Silahlı mücadelenin varlığına alışmış bir toplumda, bir anda silahların bırakılarak demokratik siyasetin sınırlarının zorlanması kolayca hazmedilebilen bir ortam yaratmaz. Toplum savaşın sürdüğü süreç içerisinde az veya çok ayrımlaşmış, cemaatleşmiş ve karşılıklı bir yabancılaşma içine girmiştir.
Bu yabancılaşma kendisini sosyal alanda ortaya koymayabilir, ama iş siyasete geldiğinde her hak talebi karşı tarafta ikircikli bir algı yaratırken, bu hakların ertelenmesi de diğer tarafta içe kapanmanın zeminini oluşturur. Dünyanın birçok yerinde yaşanmış bizimkine benzer deneyimler, böylesi kırılgan dönemlerin ve muhtemel kopuşların ancak sağduyulu bir liderlikle aşılabileceğini ortaya koyuyor. Öte yandan bu liderliğin her iki kanatta da sergilenmesi şart.
Türkiye bu açıdan şanslı bir dönemde… Erdoğan ve Öcalan tartışmasız bir biçimde kendi cenahlarının mutlak lideri konumundalar ve yine her iki cenahta da onları defi edecek herhangi bir aktör yok. Ancak karşımızda simetrik bir durum da bulunmuyor… Her şeyden önce Öcalan’ın cezaevinde olması yönetim kapasitesini büyük ölçüde sınırlıyor ve muhataplık meselesini muğlak hale getiriyor. Çünkü ne olursa olsun, Öcalan’ın somut duruma ilişkin ancak dolaylı bir bilgilenme şansı olduğu gibi, ondan beklenen yönetim ve koordinasyon da yine ancak dolaylı bir güzergâh üzerinden yerine ulaşabiliyor. Bu durum Kürt siyaseti içerisindeki diğer aktörlerin daha fazla inisiyatif kullanmasını meşru kılarken, geleceğe yönelik bir ‘iç siyasetin’ de tohumlarını ekiyor. Çünkü, her ne kadar Kürt siyaseti içindeki herkes Öcalan’a ‘biat’ eder gözükse de, bunun artık ‘siyaseten üretilmiş ve sahiplenilmiş’ bir biat olduğunu göz ardı edemeyiz. Eğer Öcalan serbest olsaydı ve böyle bir biat gözlemleseydik, bu bağın geleceğine de güvenebilirdik. Ancak şu an için böyle bir ölçüte sahip değiliz ve örneğin Öcalan bugün serbest kalsa, bir yıl içinde Kürt siyasetinde ne tür dengelerin oluşabileceği konusunda gerçekçi bir öngörüde bulunmak zor. Silahsız bir döneme kalıcı biçimde geçildiğinde, Öcalan’dan aşağıya doğru hiyerarşiyi takip ettiğimizde muhtemelen bugünün KCK yapılanmasında yeni bir ‘iç dengeye’ doğru gidilecek ve buradan yeni bir siyaset doğacak. Bu dengede Öcalan’ın yeri ve ağırlığının ne olacağını ise bilmiyoruz, çünkü buna benzer bir dönemi henüz yaşamadık.
Oysa ortada ironik bir durum da var: Hükümetin Kürt siyaseti içinde tercih ettiği muhatap Öcalan’dan başkası değil. Bu durum Öcalan’ın liderliğini psikolojik olarak besliyor, çünkü hiçbir Kürt siyasi aktörünün hapisteki liderine ‘rağmen’ herhangi bir adım atma meşruiyeti ve gücü yok. Ancak aynı durum söz konusu Kürt siyasi aktörlerinin hareket alanını genişletiyor ve bağımsız davranmalarını mümkün kılıyor. Sonuç hükümetin muhataplık meselesini Öcalan’a indirgeme çabalarına karşın, Kürt siyasetinin ‘çoklu’ bir muhataplık halini ‘de facto’ olarak yaratmasıdır. Salt siyasetin gereği olarak bakacak olursak, hükümet için en doğru strateji herhalde Öcalan’la teması derinleştirirken bir yandan da onu adım adım serbest hale getirmek ve böylece Kürt siyaseti içindeki muhtemel çok başlılığı engellemek olurdu. Çünkü bu meselenin çözümü sadece Kürt siyaseti ile anlaşmayı değil, karşınızda kendi iç bütünlüğünü koruyan, muhatap olarak alınabilecek bir siyasetin varlığını da gerektiriyor. Bu ise bir ikileme işaret etmekte: Kürt siyasetinin insicamını koruması, onun AKP hükümetince arzu edilmeyen talepler sergilemesi, çıtayı fazla yükseltmesi olgusuyla birlikte ortaya çıkabilir. Öte yandan kendi arzu ettiğiniz çözüm yolunu fazla bastırdığınızda ise karşınızda kontrol edilmeyen bir Kürt siyaseti bulmak bir yana, Öcalan’ı da elinizden kaçırabilirsiniz.
Dolayısıyla hükümetin bu alandaki siyasi stratejisinin Öcalan’ın sağduyusuna ve prestijine güvenmenin ötesine geçmesi gerekebilir. Belki de iktidarın bizzat bu prestiji korumak ve böylece söz konusu sağduyunun geçerli ve gerçekçi bir siyaset haline gelmesini sağlama alması gerekecek. Bu ise AKP’nin kendi tabanıyla daha açık yüreklilikle konuşmasını ima ediyor. Tam da seçimlere gidilirken böyle bir ‘iç açılımın’ zor olduğu haklı olarak öne sürülebilir. Ama 2010 referandumunda Öcalan’la konuşulduğunu açık ederek risk alan ve bunun toplumun iç dünyasında hiç de risk oluşturmadığını gören hükümetin, bu kez de seçimler sonrasındaki Türkiye’ye dair işaretler vermekte cesur olması beklenebilir.
Kürtler dâhil tüm toplum AKP’yi muhatap alırken, hükümetin kendi doğru muhatabını yaratması iktidar olmanın gereği…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.