Önce Tayyip Erdoğan - Abdullah Gül rekabeti, ardından 17 Aralık ile alenileşen Gülen cemaati - AKP hükümeti savaşı ve nihayet Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç‘ın çıkışı...
Siyasi hayatımıza damga vuran bu üç olay da muhafazakâr (İslami) mahallenin içinde yaşanıyor. Ve komşu mahallelerde yaşayanlar öncelikle olup bitenleri kavramakta, buna bağlı olarak hangi tutumun daha doğru olacağını kestirmekte zorlanıyorlar.
Şu ana kadar izlenen tutumları kabaca özetleyecek olursak:
1) Bu kavgaları bir tür şike olarak görmek. Bu türden iktidar mücadelelerinin çok süremeyeceğini düşünmek, tarafların eninde sonunda aralarında anlaşacaklarına inanmak.
2) Bu tür kavgaların kaçınılmaz olarak kendi işlerine yarayacağını sanmak. Bu nedenle “yesinler birbirlerini” diyerek yaşananlara kayıtsız kalmak, hatta bu kavgaları kızıştırmaya çalışmak.
3) “Düşmanımın düşmanı dostumdur”mantığıyla çatışan taraflar arasında “en kötü”yü seçip, daha az kötü yani “ehven-i şer” olduğuna hükmettiği diğer tarafı desteklemek.
Erdoğan’ın artan otoritesi
Biliyoruz ki, normal şartlarda muhafazakâr yaşam tarzı ve siyasetiyle hiç alakası olmayan bazı kişi ve kurumlar her üç örnekte de “en kötü” taraf olarak Başbakan Erdoğan’ı görüp diğer taraflara açık ya da örtülü bir şekilde omuz verdi. Hiçbir şey yapmasalar bile bu kavgaların her birinin Erdoğan’ı yıpratmasını temenni ettiler.
Peki arzuları gerçekleşti mi? Her ne kadar bu süreçler devam etmekte olsa da Erdoğan’ın iktidarının azaldığını söylemek pek mümkün değil, hatta arttığını söyleyenlere de yalancı diyemeyiz.
Yanlış nerede?
O zaman yanlışın nerde olduğunu tartışmamız şart. Hızlı birkaç tespit yapacak olursak:
- Esas olarak ve hatta sıklıkla Erdoğan’ı hedef almak, doğal olarak onu daha da güçlendiriyor.
- İslami camia içindeki farklı kavgalara, gerçek mahiyetlerini anlamadan (hatta anlamaya çalışmadan) dâhil olunduğunda, durduk yere bu kavgaların en fazla kaybedenleri arasına girme riski söz konusu olabiliyor.
- Kendi gündem ve stratejilerini sırf bu kavgalardan istifade etme imkânı azalmasın diye geri plana itmek, yerel seçimlerde CHP’nin, Gülen cemaatinin yolsuzluk/tapeler kampanyasının peşine takılması örneğinde yaşadığımız gibi olumlu sonuç vermiyor.
- Esas düşman olarak bellediğinizin (yani Erdoğan’ın) karşısındakine destek verdiğiniz zaman onun kötü mirasıyla ne yapacağınızı bilemez hâlde kalabiliyor ve tatsız sorunlar yaşayabiliyorsunuz. Örnek: CHP’nin Gülen cemaatine “sütten çıkmış ak kaşık” muamelesi yapması ya da düne kadar “daha hukukçu bile değil, nasıl AYM başkanı olur?” denilen Haşim Kılıç’ın bir konuşmayla “hukuk kahramanı” ilan edilmesi.
Ne yapmalı?
Bütün bu yazdıklarımdan sonra “Peki ne yapmalı?” sorusuna muhatap olmam kaçınılmaz. Kendisini solda gören bir kişi olduğum için bundan sonra yazacaklarımın esas muhatabı da kendilerini solda görenler olacaktır. Öncelikle şunu hatırlatmak isterim, 2010 yılının mart ayında İslam ve sol ilişkisi üzerine peş peşe 8 yazı kaleme almıştım. Bunlara şu bağlantılardan ulaşabilirsiniz:
Birikim’den eski bir tartışmaya yeni soluklar
Sol İslam gerçeğini anlamak istemedi
Yeşil ve kızıl kuşaklar
“Kurtulmak yok tek başına...” dedik hiçbirimiz kurtulamadı
İslam ile solun ortak arayışı: Sosyal adalet
“İslami sol” mümkün mü?
Solcular İslami cemaatlerle temas etmeli mi?
Solculara İslam konusunda pratik öneriler
O yazılarda söylediklerimi günümüze, söz konusu üç olaya uyarlayarak özetlemeye çalışacak olsam şunları önerirdim:
1) Bu iktidar savaşlarını anlamaya çalışmak ama parçası olmamak.
2) Kötüler arasında en iyiyi seçip desteklemek yerine, kendi gündemine, programına ve stratejilerine sahip çıkmak. Bir yandan da kötülüklerden uzak durup iyi olmaya çalışmak.
3) İslami camiadaki iktidar sahipleri yerine sıradan insanlarla ilişki kurmak, onları kazanmaya çalışmak.
4) Bunu yaparken dine ve dindarlara karşı her türlü ön kabul ve ön yargılardan uzak, özgürlükçü ve çoğulcu bir perspektife sahip olmak.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.