Cumartesi günü Diyarbakır'dan, hiç istemediğimiz ama alışık olduğumuz görüntüler yansıdı ekrana... Yerlerde sürüklenen, tazyikli suyla kaldırımlara serilen, biber gazıyla yaralanan insanlar ve onlara karşı hiç de nazik davranıyormuş gibi gözükmeyen güvenlik güçleri... Hiç arzu edilmeyen ama bildik manzaralar yani..
Gerçi, valiliğin 14 Temmuz'da yapılması planlanan mitinge izin vermeme gerekçesi anlaşılırdı. 14 Temmuz hem Silvan saldırısının yıldönümüydü, hem de geçtiğimiz Demokratik Toplum Kongresi'nin geçen yıl Demokratik Özerklik ilan edişinin...
14 Temmuz aynı zamanda Diyarbakır Cezaevi'nde 4 kişinin kendini yakmasının yıldönümüydü. Dolayısıyla valiliğin "14 Temmuz öncesi ya da sonrası bir gün tespit edin, izin verelim" şeklindeki önerisi BDP saflarında makes bulmadı ve 14 Temmuz'da ekrandan izlediğimiz manzaralar vuku buldu.
Bu işin bir yerine kadar valilik haklı...
Peki ama, "provokasyon olmasın" denilmek suretiyle engellenmek istenen bir mitinge bu şekilde müdahale etmek, "provokasyonun bizzat devlet eliyle gerçekleştirilmesi" anlamına gelmez mi? Pervin Buldan'ın ayak bileğinde biber gazının patlaması ve kadın vekilin yaralanması, diğer vekillerin sırılsıklam yerlerde süründürülmesi, Türkiye'ye yakışan bir görüntü müydü?
İzinsiz bir gösteriyi dağıtmanın yok mudur daha az şiddetli bir yolu?
14 Temmuz'un özeti; BDP'liler sırf devlet güçlerini provoke ederek, dünya kamuoyuna sunulacak yeni şiddet görüntüleri için 14 Temmuz'da sokaklara çıktıysa bile, görünen o ki başarılı oldular...
Üstelik aynı durum KCK davası için de geçerli; KCK'nın, PKK'nın şehir örgütlenmesi olduğu, hatta alternatif devlet projesi olarak tasarlandığını Mısır'daki sağır sultan bile biliyor. Güneydoğu'da KCK'lıların siyasi örgütlenme adı altında vergi toplayıp mahkeme kurmaya başladıkları da bir sır değil... Bizzat Öcalan'ın ifadesiyle "illegal bir yapı ve silahlı güçleri olan bir örgüt" KCK...
Dolayısıyla KCK'ların yargılanmasına ilkesel olarak karşı olmam gibi bir durum sözkonusu olamaz.
Gelgelelim, içinde bulunduğumuz hafta içinde; Sivil Dayanışma Platformu'nda dinleme imkanı bulduğum; Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar ve KCK davası avukatlarından Cihan Aydın'ın anlattıkları bu davanın hukuki seyrinde birtakım sorunlar olduğunu açık ediyor.
Kamuoyunun çok ciddi tepkisini çeken Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı'nın tutuklanma süreçleri zaten ortada. Ancak KCK davasındaki sorunlar bunlarla sınırlı değil. Aktar ve Aydın'ın anlattığına göre, 366 klasör olan, 150 bin sayfa tutan KCK davası kapsamında bugüne dek 6 binden fazla insan tutuklanmış durumda... Davaya bakan 6 avukat KCK'lıları savunduğu için, "siz bunlara hukuki destek sundunuz" gerekçesiyle tutuklanmış mesela... Aynı dava kapsamında yerel kıyafetler giymekten tutuklanan da var; Mehmet Uzun'un cenazesine katıldığı için içeri alınan da; 1 Mayıs açıklamasına katıldığı için derdest edilen de KCK'dan içeride, Halepçe katliamını kınayan da...
Avukatlar, bu mesnetsiz ve gerekçesiz tutuklamaların, Güneydoğu'da yaşayan insanlar üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu ve onlara "dağın yolunu gösterdiğini" anlatıyorlar. Onlara göre KCK yapılanmasında paralel devlet diskuru abartı, bu yapılanma sadece Diyarbakır'daki toplantı ve yürüyüşleri organize etti. Aktar ve Aydın ayrıca, 5 yıldır itirazla KCK'dan tek bir tahliye alamadıklarını, kimsenin bir diğer mahkemenin kararını bozmadığını ve yargıda bu konuda bir ahenk olduğunu anlatıyorlar. Diyarbakır Barosu Başkanı Aktar ayrıca; bu tutuklamaları yapanlara "Siz, PKK'yı eleştirme hakkımızı elimizden aldınız" dediğini anlatıyor toplantıda...
Diyarbakırlı avukatların altını çizdiği pek çok sahici noktaya rağmen, bendeniz KCK davasını özü itibariyle yanlış bulanlardan değilim. Ancak, sırf Halepçe Katliamının yıldönümünde eyleme katılıp bu katliamı kınadı diye insanlar KCK'dan içeri almaya başlarsanız; 1-Güneydoğuyu bir Açıkhava hapishanesi haline getirirsiniz ve 2-Davanın haklılığına gölge düşürüp kendi ayağınıza sıkarsınız.
Yeterli kanıt ve delil olmadan insanları içeri tıkmanın hukuku katletmek anlamına gelmesi ve bir hukuk devletine yakışmaması da cabası...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.