İddialı bir dış politika izledikleri kadar, iddialarının tahakkukunu mümkün kılan bir kapasiteye de sahip ülkelerin istihbarat örgütleri, konu olan harici siyasetler doğrultusunda gizli operasyonlar yapabilirler.
Bu operasyonların gizli kalması gereğinin nedeni de bunların ekseriyetle yasa dışı ya da gayrimeşru nitelikte olmalarından kaynaklanır.
İstihbarat örgütlerinin gizli sandıkları operasyonlarının başka servisler tarafından kamuoyuna ifşa edilmesi ise hedef alınan bu örgütler açısından çok zor bir durum olmalıdır.
Geçen çarşamba günü bir güç ya da bazı güçler, MİT’in Suriye’ye gizli olduğu varsayılan bir sevkiyat operasyonunu, karşı bir operasyonla açığa çıkardı ve Ankara’yı Suriye siyaseti açısından dünya önünde zor bir duruma düşürdü; MİT’i de prestij kaybına uğrattı.
Suriye’ye bir TIR dolusu gizli kargonun yola çıkarılacağının, yeri, günü, saati, aracın plakası ve güzergahına varana dek istihbar edilmesi ve sonra bu bilgilerin bağlayıcı bir ihbara dönüştürülmesi, bazı örgütlerin ülkemiz topraklarında bir “mikro cerrahi ameliyat” yapabilecek kapasitede olduğunu gösterir.
Burada bir casusluk söz konusu. Ancak bu, konunun teknik izahatıdır.
MİT’e yapılan operasyonun özü Ankara’nın Suriye siyasetinin çevrelenmesi ile ilgilidir.
Malumdur; bu siyasetin sahadaki en önemli yürütücüsü MİT.
Ve bu kez doğrudan hedef seçiliyor. Hem de anavatan topraklarında...
Bu son operasyon, geçen kasımdaki ikisinin devamı. Biri, Ege’de 20 bin Kalaşnikov ve bol miktarda cephane yüküyle yakalanan Türk mürettebatlı gemi. Yüklemeyi Odesa’dan yapmıştı ve gerçek rotası İskenderun’du. Silahlar muhtemelen Suriye’ye nakledilecekti. İkincisi de Adana ve Konya’daki torna tezgahlarında kaçak olarak üretilmiş yarı mamul havan topu mermisi yüklü TIR’ın Suriye’ye gitmekteyken yine bir ihbarla yakalanması. Manidar olan bu iki olayın da 7 Kasım’da vuku bulması. Eş zamanlı.
Türkiye’nin içinde ve dışında gelişmiş bir casusluk kapasitesine sahip bir güç ya da güçlerin ittifakı, Ankara’nın Suriye’de yanlış taraflara yardım ettiğini düşünüyor olmalı ki bu politikayı Ankara’ya olağanüstü maliyetli hale getirip onu caydırmaya çalışıyor.
Bu operasyonlar vasıtasıyla Ankara’yı Suriye’deki iç savaşın kışkırtıcısı ve cihadistleri silahlandıran aktör olarak tescil ettirmeye çalışanlar olabilir.
Bu saatten sonra “Yardım Türkmenlere gidiyordu” demek belki Türkiye kamuoyunda vaziyeti idare etmeye yarayabilir ama bu kez korumasız ve dağınık durumdaki Türkmenleri daha fazla tehlikeye atar.
Bir de tabii, aranması engellenmiş bir TIR’da masum insani yardım olduğuna dünyayı inandırmak mümkün değildir.
İşin bir de hukuki yönü var.
Türkiye, ulusal istihbarat örgütlerinin faaliyetlerinden ötürü kanun önünde hesap verebilirliklerinin söz konusu olduğu gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti değil. Ve maalesef Türkiye 17 Aralık’ı izleyen gelişmeler neticesinde bir kanun devleti olarak tanımlanmayı hak eder olmaktan da çıktı.
Savcının jandarmadan aldığı adli kolluk desteğiyle durdurduğu MİT TIR’ında arama yapılmasının önlenmesi ve TIR’ın öylece yoluna devam etmesi yönünde Hatay Valisi ve İl Jandarma Alay Komutanı’nın yaptığı baskı ve engelleme, bunun gerekçesi ne olursa olsun, Türkiye’de yargının yürütme baskısı nedeniyle işini yapamaz hale geldiği algısını pekiştirmiştir.
İhbarı değerlendiren savcıya da “Cemaatçi” yaftası asmanın bir değeri ve anlamı yok.
Velev ki savcı Cemaatçi... Benzer bir silah kaçakçılığı ihbarı karşısında, bir demokratik hukuk devletinin yargısında görev yapan savcı o TIR’ı durdurup aramak istemeyecek miydi?
Velev ki bizim savcı yasaların kendisine verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanmak için manevi gücünü cemaatçiliğinden alıyor...
Bu cerrahi operasyonu düzenleyecek kadar bilgi ve ekspertiz sahibi olanlar, AKP-Cemaat savaşının karşıtlaşmasından da yararlanmış olamaz mı?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.