“Taksim’de olanlara ‘Arap Baharı’ndan esinlenip ‘Türkiye Baharı’ demeyin,” diye uyarıyorduk, daha çok da yabancı gazetecileri. “Bunlar çok benzer şeyler değil.”
Önceki gün Mısır’da olandan sonra “Arap Baharı”nın ne kadar bahar olduğu sorusu gündeme düştü. Mevsimlerin gidişine dair binyıllardır bellediğimiz kalıplar vardır: ilkbahardan sonra yaz gelir. Ama Mısır’a bakınca, bahardan gerisin geri, kışa dönüldüğü söylenebilir.
Mısır Ordusu topluma bir yıllık bir teneffüs süresi mi tanımıştı acaba? Yani şimdi Mısır’ın normaline mi dönülmüş oluyor? Görülen o hava değişimi, “bahar” değil de “pastırma yazı” mıydı?
Her neyse, biz insanların mevsimleri, hele siyasî mevsimler, doğanın mevsimlerine benzemiyorlar. Bizim mevsimlerde böyle geri dönüşler, benzeri görülmemiş olaylar değil. “Restorasyon” gibi ya da “karşı-devrim” gibi terimler de oluşturmuşuz bunları betimlemek için.
Ordunun müdahalesinin sertlik derecesini buradan bakarak ölçmek zor. “Geri dönüş”ün derecesi de böyle. Darbeyi yapan generalin yanında oturan “zevat” bunun fazla radikal bir müdahale olmayacağına işaret ediyor olabilir olmayabilir de. Henüz hiçbir şey netleşmedi, kolay kolay da netleşmez. Ama belli, Mısır’ın daha çekeceği var.
Mısır’ın daha çekeceği olduğunu tahmin ediyor ve bundan üzüntü duyuyorum, ama orada olanla buradaki durum arasında birtakım paralellikler kurulmasından da endişe ediyorum.
Burada bir kesim var ki, olaydan itibaren, “Darısı başımıza!” diye dua etmeye başlamıştır. Ama dua etmenin ötesinde, böyle olmasına katkıda bulunmak için ellerinden geleni yapacaklardır.
Daha önce de birkaç kere yazdığım gibi, son on yılda yaşananlardan sonra “Türkiye’de artık darbe olmaz” diye çok kesin bir şey söyleyemiyorum, ama kolayca olabilecek bir şey gibi de görmüyorum. “Mümkün olabilir ama muhtemel değil” diyeyim.
Ve elbette, kesinlikle, “istenir” değil. Bunun tartışılır bir yanı yok.
Eski düzene dönmek isteyenler, bir azınlık olarak, varoluyor ve herhalde uzun süre de varolacaklardır Türkiye’de. Bunların bir kısmı hayat pratiğini o eski düzenin verdiği imkânlar çerçevesinde kurmuş insanlardır; yani o düzenin sürmesinde doğrudan doğruya çıkarları vardır. Belki daha çok sayıda insan ise, başta eğitim aygıtlarının sunduğu eğitimin niteliği, ama ideoloji üreten bütün aygıtların çabalarıyla, zihnen bu düzene bağlılar.
Mısır’daki olayın burada bu yaz başında başlamış olan iklim değişikliğini tırmandırma ihtimali yüksek. Gezi olaylarına karşı “Bu bir uluslararası komplodur” diye bir savunma hattı kurulmuşken, Mısır’ın “emperyalizmin İslâm’ı halkın desteğiyle eriştiği yerlerden sökme ve sürme oyununun öbür parçası” olarak değerlendirilmesi doğaldır.
Bu da zaten başlı başına gerilim üretecek bir yaklaşım ya da tavır. Seküler ve mütedeyyin kesimlerin arasında açılmaya başlayan mesafeyi iyiden iyiye artıracak bir potansiyel var burada. Oysa asıl yapılması gereken, o mesafeyi azaltarak demokrasiyi korumak, yaymak, derinleştirmek.
Demokrasiye, demokrasiyi sindirerek ulaşabiliriz. Machiavelli, “amaçlar araçları meşrulaştırır” demişti. O sözün isabeti o zamandan beri tartışılıyor. “Makyavelizm” teriminin kötü çağrışımları da her şeyden çok o önermeden ötürü şekillendi. Bugün bu “bilge”liğe değer vermiyoruz, çünkü araçların amaçları değiştirdiğini biliyoruz, yığınla acı deneyim yaşayarak öğrendik.
Darbenin çözüm olduğu bir durum ve darbenin kuracağı bir demokrasi olamaz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.