Revizyonist. Bildiğim kadarıyla uluslararası ilişkiler literatüründe bu kavram tecrübe ettiği ya da maruz kaldığı uluslararası statükoyu değiştirmeye çalışan devletler için kullanılıyor. Misakı Milli meselesi etrafında yürüyen tartışma ve bu tartışma içerisinde bilhassa Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar “yakarız buraları” türünden bir ünlemeye mi denk düşüyor yoksa Türkiye’nin gerçekten revizyonist bir ülke olmaya mı meylettiğini gösteriyor bilmiyorum. Kesin cevap verebilmek için galiba Irak ve Suriye’deki dengelerin köklü bir biçimde İran ve Kürdler lehine değişip değişmeyeceğini beklemek gerekecek.
Misakı Milli tartışmasının Türkiye’nin bölge siyasetinde ne türden değişiklikleri müjdelediği bir yana, tartışmanın münhasıran Misakı Milli mevzuuyla ilgili kısmı da ilginçti ve görebildiğim kadarıyla tartışmanın şimdiye kadarki kısmında mevzunun en az üç önemli yanı pek ilgi görmedi. Misakı Millinin ihmal edilen ilk yanı, bir beyan ya da bir karar olarak Misakı Millinin, benzeri çokça beyan ve karardan yalnızca birisi olduğuydu. Halbuki, erbabı bilir, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, ARMHC beyannamesi, Amasya Protokolleri, 1921 Anayasası, BMM’de Mustafa Kemal’in yaptığı sair konuşma hepsi aynı iklim, Frenkçesiyle aynı episteme içinde ortaya çıkmış, aşağı yukarı hepsi birden, neredeyse bir iki jenerik cümleyle, Misakı Milli’yle beyan edileni beyan etmişti.
Beyan edilen de aşağı yukarı şuydu: Osmanlı Devletinin Dünya Savaşı sonrası varisleri, başta Türkler ve Kürdler olmak üzere, (Araplar hariç) Osmanlı tebası Müslüman kavimlerdir ve Osmanlı mirası Türkler ve Kürdlerle meskun arazidir. Misakı Milli tartışmasında ihmal edilen ikinci veçhe de bu: Misakı Milli de dahil olmak üzere 1919’u takip eden bir iki sene içerisinde yapılan belli başlı bütün beyanlarda Osmanlı sonrasında vatan olarak görülen yerler Türkler ve Kürdlerle meskun Osmanlı arazisidir ve Osmanlı Devletinden kalan her ne varsa varisleri Türkler ve Kürdler ve sair Müslim anasırdır.
Sözünü ettiğim tartışma boyunca ihmal edilen üçüncü husu ise zannımca en önemlisi. Üçüncü hususda şu: Misakı Milli de dahil, bütün bu beyanlar, bütün bu kararlar sadece Osmanlı mirasından ve varislerinden değil, bu varislerin mezkur miras üzerinde birlikte nasıl yaşayacaklarından da söz ediyordu. Sözü edilen metinlerin bir kısmında geçen jenerik kalıparla ifade etmek gerekirse, “bilcümle anasır-ı İslamiye” olarak Osmanlının varisleri, “Türk ve Kürdlerle meskun arazi” olarak Osmanlı mirasında bir diğerinin “vaziyet-i ırkiye ve içtimaiye ve şeraiti muhitiyelerine riayet” edeceklerdir. ‘Türkçesiyle’, Türkler Kürdlerin kültürel ve siyasi haklarını tanıyacaktır. Nitekim tanıdılar da. Hem de hukuken. 1921 Anayasası Osmanlının iki fiili varisi olarak Türklerle Kürdlerin Osmanlı mirası arazide ‘özerklik’ hukuku içerisinde birlikte yaşayacaklarını kayıt altına aldı. Amasya Protokolleri ise bu hukuktan sadece Milli Mücadele kadrolarının değil İstanbul Hükümetinin de razı olduğunu gösteriyordu.
Sözün ettiğim tartışma boyunca Misakı Millinin ihmal edildiğini düşündüğüm, yanları, hususları bunlar. Öte yandan, Misakı Milli de dahil, yukarıda aktardığım bütün bu beyanları mümkün kılan iklim, malum 1924 Anayasasıyla beraber geride kaldı. 1924’ten beridir Türkleri ve Türkleşmeyi kabul eden Müslümanları Osmanlının varisi ya da makbul vatandaş sayan bir hukukumuz var.
Ama bir de bu hukuka itiraz eden çok sayıda Kürd var. Durum buyken, 1924’le birlikte oluşan hukuka daha Türkiye Kürdlerini razı edememişken, Misakı Milliyle beyan edilen siyasi sınırları hatırlatmanın, “Musul, Kerkük, Halep” demenin manası nedir, biz fanilerin anlayacağı sadelikte işler değil elbette. Türkiye Kürdlerinin razı olmadığı cari hukuka Irak ve Suriye’nin Kürdleri (ve Arapları) nasıl razı edilecek bilmek zor gerçekten. (Bashaber)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.