Önce gerekli saydığım bir parantez açmalıyım. Solu tartışmak yeni değil ama tam da siyasi hayatımızda bir otoriterleşme tehlikesi varken, BDP üstüne yoğun operasyonlar gelirken birdenbire solun tartışılması öne çıktı. Bu beni rahatsız ediyor. Sınırları belirsiz operasyonlara karşı durmanın öne çıkması gerektiği bir zamandayken solu tartışmayı öne çekmeyi yanlış buluyorum.
Kuşkusuz solun yenilenme gereksinimi yeniden ama daha ciddi daha sistematik biçimde masaya yatırılmalı. Pek çok sohbetimde bu acil ihtiyacı yalnızca benim hissetmediğimi gördüm. Buna yanıt vermeliyiz elbette ama geçerken değinmelerle değil.
Kendi düşüncelerimle ilgili gerçekte beni tarif etmeyen bir algının yaratılmasından rahatsız olduğum için hiç hoşuma gitmese de ne düşündüğüm üstüne birkaç şey söylemek için bu parantezi açma ihtiyacı duydum. Ama yine de güncel siyasetten kopmadan yapacağım.
Hâlâ bir hayalim var
“Her tür milliyetçiliğe karşıyım” önermesi benim için de doğrudur, ben kendimi dünya vatandaşı sayıyorum. Bir gelecek hayalim var, eşitlikçi, adil, sömürüsüz, barışçı, sınırların olmadığı, herkesin dünya vatandaşı olduğu bir dünya. Ben hâlâ o dünyaya sosyalizm, komünizm diyorum. Ama dünden farklı olarak o dünyayı tarif de etmiyorum, tarihin tekerleği mutlaka oraya götürecek de demiyorum. Olmalı diyorum.
Geçmişin eleştirisine girdiğimizden beri, daha Sovyetler Birliği ayaktayken 1987’lerde cezaevinden “artık Leninizm aşılmıştır” diye yazdığım zaman da gelecekle ilgili hayalimi hiç terk etmemiştim. Dogmatik solu eleştirirken de sürekli “kendini yenilemiş bir sola” olan acil ihtiyaçtan söz ettim. Solun yenilenmesi üstüne çok vardır, ama solun, sosyalizmin bittiğine dair tek bir cümlem bile yoktur.
Aksine küreselleşme süreçlerinin bu hayale bizi dünden daha fazla yaklaştırdığını ama yolların, yöntemlerin dünden köklü biçimde farklı olacağını, bir ulus-devlet sınırları içinde olamayacağını söylüyorum. Artık ulus-devlet dar konsepti içinden bakarak, tepeden inmeci, işçi sınıfı öncülüğüne, öncü parti anlayışına saplanıp kalmış, pozitivist bakışla malul, insanın manevi değerlerini yoksayan bir anlayış ve yoldan da olamayacağını, bunun artık bittiğini; “inadına sosyalizm” diyerek değil, “inadına demokrasi, inadına özgürlük ve barış” diyerek olacağını yazıyorum vs.
Bundan başka kimseye bir “hayal” vermedim ki bir hayali kırmış olayım. Olsa olsa benim yazdıklarımı okumadan veya doğru dürüst okumadan ya da anlamadan beni hayalinde bir yere koymuştur. Bu nedenle de bana ait olmayan ama benimmiş gibi bana atfedilerek yapılmış yorumların eleştirisine yanıt vermiyorum. Veremem çünkü.
Gelecekle bugün arasında “beklemeci” bir anlayışta da değilim. Bu nedenle yazılarımda neredeyse bıktıracak ölçüde “değişime” dikkat çektim ve değişim sürecinin her yeni dönemecinde bu sürece aktif müdahale noktalarına kendimce işaret ettim. Eşitlikçi bir dünya geleceğine, eşitlik idesini tekrarlayıp durarak değil her eşitsizliğe karşı çıkarak varılabilir.
Günümüzde enformasyon devrimi aksine insanın, halkların, aydınların, öznenin süreçlere müdahale rolünü ve kapasitesini olağanüstü arttırmıştır. Arap devrimi ortada. Ama bu rolün ne olduğu ve nasıl gerçekleşebileceği, kafa yormayı gerektiren önümüzdeki yeni sorudur. Kanımca henüz kimse bu soruya yanıt verebilmiş değil. Arıyoruz.
İki uyanış
Türkiye’de bugüne değgin tarihten gelen iki güçlü değişim dinamiği gördüm. İslami uyanış ve Kürt ulusal uyanışı. Güncel olayların gidişatında temel doğrultum bu iki dinamiği yakınlaştırıcı duruşlar göstermek oldu. Kalemimi bu yolda kullandım. Bu yakınlaştırma işlevinin bizatihi kendisini değişimin üçüncü dinamiği olarak gördüğüm için entelektüel aydın çevresini üçüncü dinamik olarak tarif ettim. Fakat bu üçüncü çevrenin rolünün “tarafsız hakem” rolü olmayacağını da hemen ekledim. İki taraf dışında üçüncü taraf değildi.
Böyle gördüğüm için de açık eleştirilerimle birlikte amasız, fakatsız Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yanında oldum hep. Devlet ve Kürt sorunu konusunda eşit mesafede durmadım, aksine aradaki eşitsizliği sergilemeye çalıştım. Zira bugününün eşitsizliğine vurmadan gelecek eşitlik hayalinden söz etmek saçma olurdu.
Devlet milliyetçiliğiyle devlet olmayan milliyetçilik arasındaki asimetrik eşitsizliği ortaya koymadan kurulacak bir denklik denklemini meseleye yanlış bakış olarak görüyorum. Filistin Kurtuluş Örgütü de, Hamas da milliyetçidir ama bununla, ABD ve bütün Batı’yı arkasına almış İsrail devletinin milliyetçiliği aynı mıdır? Antisemitizm de eleştirilecek bir başka ayrıdır kuşkusuz.
Soru hangi milliyetçiliğin iyi hangisinin kötü olduğu değil, mesele bu değildir. Her ikisinde de şiddet vardır ama denksizlik araçlarda ve araç-amaç ilişkisinde. Araç derken silahı kastetmediğim açıktır. Her iki taraf da eşit silahlara sahip olmalı gibi deli saçması bir şey söylemediğimi, son zamanki tartışmaların bende yarattığı kaygıyla saçma da olsa belirtmek zorundayım.
Peki, neyi kastediyorum?
Devam edeceğim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.