İslami camiayla 30 yılı aşkın bir süredir ilişkiliyim. Pek çok farklı tipte insan tanıdım bu 30 küsur yıl boyunca. Dürüst, güvenilir, fedakâr, dost canlısı, çalışkan insanların yanı sıra, dürüstlükten uzak, güvenilmez insanlar da tanıdım. “Bu insanların burada işi ne?” diye düşündüğümde, bu tip insanların sahte ve abartılı sadakat gösterileriyle bu çevrelerde kolayca tutunabildiklerini, hastalıklı kişiliklerinin marazi özelliklerini böyle bir ortamın dost-düşman ilişkileri içerisinde meşrulaştırabildiklerini, kendilerine destek bulabildiklerini gördüm, hâlâ görüyorum. Bu konularda çok yazıldı, çizildi ama ben de kendi analizimi yapayım: Dindar grupların, cemaatlerin maruz kaldığı baskılar ve bunun yarattığı “mağduriyet” ile birlikte, bunun müsebbibi olan bir “zalim/düşman” figürünün varlığı, özellikle bazı grupları ve çevreleri birarada tutan en önemli iki unsurdur.
Bilginin, fikrin, tefekkürün, uzlaşmanın, anlayışın, itidalin makbul görülmediği bu gibi çevrelerde, duygusal reaksiyonlar yaratacak ajitasyonlar, sivri ve aşağılayıcı bir dil, bel altı vuruşlar, keskinlik ve kıyıcılık egemen davranış kodlarını oluşturur. Bir yandan Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e gönülden bağlılık, tam itaat iddiası sürdürülür, bir yandan sanki kendileri bu iddianın mümtaz örnekleriymiş gibi hayalî bir pozisyon üzerinden sağa sola ahkâm kesilir, çamur atılır. Bu tür davranışlar İslami camia içinde, kendisini “ezik” hisseden, “öfke ve hınç” duyguları içinde olan birileri için, bir tür sanal öç alma imkânı yarattığı için, bu davranış kodlarına sahip çevreler kısmi bir itibar görür ve taraftar toplar. Düşman olarak tanımladığı kesime benzeyen davranışların ve yöntemlerin icazeti ise “düşmanın silahıyla silahlanma” taktiği ile verilir. Böylece aslında düşman gördüğü kesimi taklit edip, onun yöntemlerini kullanırken daha fazla onunla özdeşleşip bütünleşen ve kendi hastalıklarına diğerlerininkini de ekleyerek ağırlaşan bir vaka, bir tip çıkar ortaya.
Aslında böyle anormal tiplerin varlığı o kadar anormal değildir, nitekim bu da bir şeylerin sonucudur, belki tedaviyle geçebilir ama burada sorun, bazı İslami çevrelerde böyle anormal tiplerin normaliteyi baskılaması ve kendi sözünü hâkim kılacak kadar teşvik görmesi, şımartılmasıdır. Ancak bazen bu anormal kişilikler, cahil cesaretleriyle kaldıramayacakları yüklerin altına girerler, büyük ifşaat yapayım derken kendileri ifşa olurlar, rezil edeyim derken kendileri rezil olurlar. Tabii sadece kendileri değil, onları ağırlayıp, şımartanlar da rezil olur bu durumda ama “pişkinlik” nicedir en yüce erdemimiz olduğu için çıt çıkmaz, kol kırılır yen içinde kalır.
Yen içindeki kollara karşı hâkim tavır pişkinlik olsa da, İslami camiada herkes için adaletin tesisi için uğraşan, insan haklarına riayet konusunda duyarlı, nitelikli ve saygın isimlerden oluşan bir grup da var. Pek çok imza kampanyasında biraraya gelen bu isimler, dindar insanların gücü ve iktidarı temsil ettiği bir dönemde, bu gücün ve iktidarın falsolarına karşı hemen harekete geçip, tepkilerini ve muhalefetlerini ortaya koyuyorlar. En son, Yeni Akit gazetesi tarafından Ali Bayramoğlu, Hasan Cemal, Cengiz Çandar hakkında yapılan haberlere yönelik muhalefetlerini de “sessiz kalmamak gerek” çağrılı bir imza kampanyasıyla dile getirdiler. Ancak gazetenin ismi bile verilmeden yapılan, bu seviyeli ve düşmanlık içermeyen çağrı Yeni Akit gazetesinin türlü atraksiyonlarına maruz kaldı. Listedeki isimlerin tek tek aranması, konuşmalardan sadece kendi işlerine yarayacak cümlelerin cımbızlanarak seçilmesi ve sanki “bilmeden” hatır gönül uğruna imza verilmiş gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılmasından tutun da, PKK ve Kaos GL gibi etiketlerle imza girip, sonra da bunu haber yapıp gruba mal etmeye varana kadar, pek çok tuhaf ve etik dışı atraksiyon gündeme geldi. Aslın bakılırsa kimse bunlara şaşırmıyor, hatta bu gazeteden bunları bekliyor, çünkü bunlar gazetenin ilk marifeti değil.
Buna rağmen, yeni bir atraksiyona malzeme toplamak amacıyla Akit muhabiri aradığında, onun bir “çalışan” olduğunu düşünerek konuşmayı kabul ettim. Konuşmamda, Yeni Akit’in bu yazarlara yaptığı şeyin 28 Şubat’ın andıçlarından bir farkı olmadığını ve bu tavırlardan bir Müslüman olarak utanç duyduğumu söyledim. Cengiz Çandar’ın görüşlerinden haberim olup olmadığı sorusuna da, Cengiz Çandar’ın bu konudaki görüşlerini benimsemediğimi, hatta aynı dünya görüşünü de paylaşmadığımı ama böyle diye Yeni Akit gazetesinin Cengiz Çandar’a karşı tavrını desteklemeyeceğimi belirttim. Ertesi gün yapılan haberde, eleştirdiğim cümlelerin hiç birisi yoktu, sadece Cengiz Çandar’ın görüşlerine katılmadığımı ifade ettiğim son cümlem vardı. Buradan diğer arkadaşların ifadelerine yönelik manipülasyonları ölçebilirsiniz.
Ama Ali Karahasanoğlu kampanyanın başlatıcısı Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu, görüşmelerin bant kayıtlarını Taraf gazetesinde yayınlamaya davet edebildiğine göre, bazı imzacıların “nasihat” babında bir “kardeşlik” terminolojisi üzerinden gazeteye hak etmediği bir teveccüh gösterdiğini de düşünüyorum. Milat gazetesinin de bugün itibarıyla, Yeni Akit konusunda Taraf gazetesinde yapılan yayınlardan duyduğu rahatsızlık üzerine Gergerlioğlu’yla yollarını ayırması ilginç bir soruyu akla getiriyor: Acaba Milat gazetesi Y. Akit gazetesinin neyi olur? Bilen varsa, görüşlerini bekliyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.