On gündür Türkiye, son on yılın en farklı günlerini yaşıyor. En kestirmeden Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı söyledi: “Muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi 5 günde başardık ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri, grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk…”
Bu ifade, hem bir özeleştiri, hem de İstanbul Taksim’de Gezi Parkı ile ilgili protesto ve eylem sürecinin kötü yönetildiğinin itirafıdır.
Kötü yönetimle ilgili söylenenler birkaç noktada toplanıyor. Bir, Taksim’de ne yapıldığını belediye yetkilileri önceden kamuoyuna izah etmediler. Olaylar başlayınca apar topar açıklamalar geldi. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmişti…
İki, bazı polisler aşırı güç kullandı. Yangına körük salladılar. Adeta halkı isyana teşvik ettiler. Üç, bütün bunlara rağmen tansiyonu düşüren sağduyulu açıklamalar yangını söndürebilirdi. Sayın Bülent Arınç bunu denedi. Fakat asıl kendisine kulak verilen Sayın Başbakan geri adım atmadı. Çok kişi şunu bekledi: Taksim çok büyük bir alan değil. Yayalaşma ve trafiği aşağıya almak çok doğru. Ancak Topçu Kışlası’nı yapmanın ikna edici bir tarafı yok. İstanbul’un otele ihtiyaç duyduğu doğru ama Taksim meydanına otel yapılması doğru değil. Hele Topçu Kışlası hem de otel… Bu, İstanbullunun onaylayacağı bir proje değil. Meydanı açacağınıza, bina dikip, boğuyorsunuz... Sayın Başbakan’ın sadece şu açıklaması bile tansiyonu düşürebilirdi. Hâlâ da düşürebilir: “Topçu Kışlası yapılmayacak…”
Taksim’den başlayan protestolar evet bir sosyal patlamadır. Ama bunu çok iyi kullanıp AK Parti’ye karşı bütün hasımları, ortak hareket etme imkânı yakaladılar ve çok profesyonelce, bir isyanı organize ettiler.
Önce sosyal patlamanın zemini oluştu. Bu köşede defalarca yazdım. Türkiye için en büyük tehlike, gerilim ve kutuplaşmadır. Son olarak bir ay önce endişelerimi yazımın başlığına taşıdım: “Tehlikenin farkında mıyız?” Son yazımın başlığı da şuydu: “Gerilim, belalara davetiye çıkarabilir…” Demokrasi uzlaşma ve hoşgörü ile mayalanmıştır. Bizde ise siyasetin dili habire keskinleşti, hâlâ da öyle.
Sayın Başbakan’ın, alkollü içkilerle ilgili düzenleme konusundaki sarf ettiği ifadeler gerçekten kırıcıydı. Kendini ezik hisseden insanlara tokat gibi geldi. Laik kesimde, yaşam tarzlarıyla ilgili endişeler daha da arttı. Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verileceğinin ilan edilmesi, Alevi vatandaşlarımızı üzdü, rencide etti. (Şahsen benim düşüncem şu: Sayın Cumhurbaşkanı, bir açıklama yaparak, Alevi vatandaşlarımızın hissiyatının ve hassasiyetlerinin maalesef düşünülemediğini, kendilerini üzmek, gücendirmek gibi bir niyetin olmadığını ve üçüncü köprüye başka bir isim verileceğini söylemesi isabetli olur.)
Taksim’deki düzenlemelerden sonra gelişen AK Parti’yi bitirme hamlesi çok ciddiye alınmalıdır. İç-dış bütün hasımları, uzun süren bir hazırlık çalışmasından sonra düğmeye basmışlardır.
Bence Taksim’in iki mesajı var:
Bir, vesayet güç kaybetmemiştir, derin yapı yüzelli yıllık tecrübesiyle bütün adamları ile sahne almıştır. AK Parti yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. Demokratikleşme hamlesinde gösterilecek bir zaaf, Türkiye’yi elli yıl geriye götürebilir…
İki, iktidar için tek yol demokrasidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi demokrasi sadece seçim değildir. Paylaşmayı, herkesin konumuna saygılı olmayı, özgürlükleri savunmayı ve hukukun üstünlüğünü gerektirir...