Cep telefonuna “son dakika” mesajı düşüyor memleketin bir yerindeki bir adamın.
Aynı anda memleketin dört bir yanındaki adam ve kadınların ceplerine de elbet...
Onlardan biri Bodrum’da, tam karşımda duruyor.
Adam mesajı okuyor, rutine bağlamış bir hareketle silip şezlongunda sağından soluna dönüyor.
Oysa memleketin bir yerlerinde bildiğin savaş var o mesaja göre.
Bombalar patlayıp, insanlar ölür ve sakat kalırken hayatımıza devam etmeye öyle alıştık ki, kılımız bile kıpırdamıyor artık.
Vurulan askerler, uçaklardan atılan bombalar, boşalan köyler ve rakamlar rakamlar rakamlar...
Bütün rakamlar tartışmalı ve tek tartışmasız rakam 12. gününün bittiği savaşın.
“Onlar” kaç yüz kişi, “bizimkiler” kaç bin kişi, öldürülenler ne kadar, şehit olanlar ne kadar, saldıran kim, savunan kim bilmiyoruz, bilemiyoruz.
Belki çok da bilmek istemiyoruz.
Devlet de biliyor bilmek istemediğimizi ve “çıtı” bile çıkmıyor.
Bilmek tehlikeli bir şey çünkü.
Başbakan bir şeyler bilen partisinin milletvekilini fırçalıyor, “Yok öyle bir şey, senin kaynağın Fırat Haber Ajansı mı” diye.
Ortadoğu fatihi Davutoğlu stratejik derinliği sayesinde bilmenin tehlikeli bir şey olduğunu farkında.
“Şemdinli’de ne olduğunu biliyorum ama söylemem” diyerek hepimizi koruyor o tehlikeden.
Memleketin bir yerlerinde ne olup bittiğini kimse bilmiyor, bilen söylemem- söylemem diyor.
En zor iş ise her mevzuda her şeyi bilmek zorunda olanların.
Onlar bilinmeyeni bilenler olarak analizleri patlatıyorlar.
Biri Türk ordusunun içeri atılan komutanlar nedeniyle Balkan Harbi’nden bu yana en moralsiz savaşını yaşadığını, artık kimsenin kahraman olmak istemediğini, yani durumun vahim olduğunu yazıyor.
Bir başkasına göre ise tam tersine “güvenlik güçleri Şemdinli’de demokrasimizi kurtardı”.
Bilinmeyenleri bizim için bilen bu analizciye göre, “örgüt kaynakları örgütün cephe savaşına girdiğini, saldırıdan sonra geri çekilmediğini iddia edip propaganda yapıyor”. Oysa “PKK’lıların kaçış güzergâhları hem havadan hem de yerden kapatıldığı için militanlar zaten kaçamıyor”.
Talihsizlik bu ya aynı gün bizzat Başbakan’ın danışmanı olan zat köşesinde şöyle yazıyor: “Örgütün kaçmak yerine bir bölgede tutunmaya çalışması, cephe mücadelesi şeklinde yeni bir taktik denediklerini gösteriyor. Bugüne kadar ne zaman cephe mücadelesi verse büyük kayıplara uğrayan terör örgütü, Suriye’deki bir avuç silahlı grubun bölgede denetim sağlıyormuş gibi görünmesinden esinlenerek Türkiye kırsalında alan hâkimiyeti kurmaya çalışıyor.”
Şimdi nasıl oluyor da oluyor ve bizzat Başbakan’ın danışmanı “örgüt kaynakları” tadında propaganda yapıyor, bana sormayın lütfen.
Savaşın eğlenceli yanı olur mu, oluyor işte sayelerinde.
İnsan içinden diyor ki, keşke sonlarında J olsa bu yazıların, fakat yok maalesef.
Memleketin bir yerlerinde 12 gündür savaş var ve hiçbir şey bilmiyoruz, bilmek de pek istemiyoruz.
Gazeteciler, televizyoncular giremiyor bölgeye, milletvekilleri öyle.
Başbakan Yardımcısı Atalay sağolsun bu yoklukta adeta bir “bilgi pınarı” işlevi görüyor.
“Bölgede çok güçlü bir operasyon devam ediyor” diyor. Asla tahmin edemediğimiz bu çok değerli bilgiyi not edip onu dinlemeye devam ediyoruz: “Güvenlikle ilgili birimlerimiz açıklamaları yaparlar.”
Fakat güvenlikle ilgili birimlerimizin daha hayati meşgaleleri var bu sıralarda.
Orlar, korlar, tümler... falanlar, filanlar, feşmekânlar... Bilirsiniz işte...
Onların yerine Şemdinli’de bilgi alacak muhatap arayıp arayıp bulamayan, kaymakamın bile kabul etmediği BDP Hakkâri Milletvekili Esat Canan konuşuyor: “Her şeyi gizli tutuyorlar. Derecik’e giden alan 80 kilometre derinliğinde. 80’e yakın köy, mezra, bölgeye serpiştirilmiş evler var. Orada yaşayan insanlara dair bilgi yok. Oraya sürgün edilmiş askerlere dair de bilgi yok. Bu askerlerin annelerine sesleniyorum. Çocuklarınızın akıbetini sorun.”
Memleketin bir yerlerinde bildiğin savaş var, kıymetli okur.
Ben bu yazdıklarımdan gayrı bir şey bilmediğim için sana bilgi veremiyorum.
Sen biliyorsan, bana söyle...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.