Fransız sosyolog Bourdieu’nun istimal ve meşhur ettiği bir kavram var: habitus. Bu kavram Türkiye’de bir kısım sosyologca pek rağbet görür. Çoğu kez maliyetsiz bir yanlışlıkla “yaşam tarzı” anlamında kullanırlar. Fakat habitus yaşam tarzı anlamına gelmez. Bir üslub-u sükûn’a işaret etse de bilinçli bir tercihi ifade eden “yaşam tarzı” ile karşılanması (suç değil elbet ama) büyük bir eksiklik olarak not edilmelidir. Habitus’un Türkçe karşılığı “meleke”dir.
Eğer şiirin diline müracaat edersek, bilincin tutuşuna bilgi, kalbin tutuşuna ise meleke diyebiliriz. Etik bir varlık olarak insanın dünyayla münasebetlerinin kemikleşmiş ve bilincin altına göçen kısmına habitus diyoruz. Orada akıl yayadır. Yani habitus, insanın artık iradî ve fikrî olmaktan çıkıp insiyakî ve kalbî hâle gelmiş eylem, algı ve hissiyatına atıfta bulunuyor.
Bu kısa hatırlamadan maksat, yaşadıklarımızı bu terimden yararlanan yeni bir kavramsallaştırma ile anlamaya çalışmaktır. Bugün Türkiye’de büyük bir meleke yırtılması (habitus rift) yaşanıyor.
Post-Kemalist devrimin geniş anlamıyla (dindar, laik) cemaatler arası hiyerarşide yolaçtığı tepetaklak edici dönüşüm, dindarların madunluktan çıkış dolayısı ile yaşadıkları iktidar serhoşluğu yahut özgürlük vertigosu, Türklerin iç savaşlarından kendilerine bir türlü sıra gelmeyen ve tutulmayan sözlerle bir asırlık umut nöbetlerini şimdi “süreç” adıyla idrak eden Kürtlerin “bekleme” hâlleri, henüz tek tek şurada burada yaşanan yırtılma ve sızıntılarını gördüğümüz sıkışmanın ve patlama potansiyelinin ciddiyetini anlatıyorlar. Ve eğer gecikmediysek, bunları topluca düşünmenin zamanı geçiyor.
Türkiye hem ekonomik hem de politik demokratik devrimlerini (ikisi de ertelendiği) için birlikte ve kısa bir zaman zarfında yaşadı. Bu sıkışma önce siyasette tek partiyle geniş tabanlı demokratik devrim ve sonrasında karizmatik lider eşliğinde otoriter kalkınma şeklinde üretken ve müspet bir hâl aldı. Fakat almış başını giden bir kalkınmacılık ve çoğunluk özgürleşmesinin coşkusu, Türkiye’de “Züğürt Ağa” sendromu olarak bilinen ve sadece fakirin zenginleşmesi değil, zenginin fakirleşmesindeki “zor”luğu bir sorun olarak görmemizi engelledi. Bu görmezlik kredi kartı ile borçlanmaya benzer bir durum ve bugün artık vade doldu. Yüzleşme kaçınılmaz görünüyor. Gaflet kredisini kullanan aktörlerin uyanmalarında köprüden önceki son çıkışlardan birindeyiz. Israrla siyasi olarak görülmek istenen ama aynı zamanda sosyal olan bir sorun var.
Geniş toplumsal kesimler alışageldikleri yani saplanageldikleri yerlerden çıktılar. Yükselen kesimler kadar inişteki kesimler de sembolik meleke yırtılması yaşıyor. Başörtülüyü kendisiyle eşit görmekte zorlanan (manidardır: bir düşünün neden eskiden cumhuriyet kızı çağdaş teyze, simdi ise ODTÜ’lü solcu genç?) yahut daha yenilere kadar dindarların cipe binmesini garipseyen laik tahayyül, devletin kabuğunu kırmadan içeriden fethederek onu Müslümanlaştıran dindar aklın beyaz Türkleri maduniyete layık görmekten imtina etmemesindeki ciddi hata ve gaflet hep benzer “yerinden olma” ve “meleke yırtılması” marazlarına işaret ediyor.
Seçimler, eğilimler konusunda (anket gibi teknik enstrümanları ustaca kullanan) iktidar partisinin, toplumsal olaylar konusunda doğru olsa bile kendi ürettiği ve politik getirisi yüksek sığ propagandayla amel etmesi ülke yönetimi trafiğinde en basit ifadesiyle dikkatsiz, aldırışsız bir şekilde araba sürmektir.
Demokratik devrimin devrim kısmı için balayı dönemi bitti. Acilen demokratik kısmı için ileri müspet adımlar atma zamanıdır. Dünyada olan herşey bir partinin iktidarda kalması ve kalmaması için oluyor değildir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.