Destan gibi romanlar yazan kalem erbapları derler ki; “İnsanların ömrünü belirleyen andır, mekânların ise devran!”.
Geriye dönüp baktığımızda fark ediyoruz ki koca bir asırdan çeyrek fazla, 120 yıl geçmiş Diyarbakır’ımızın son elli senedir adı Ziya Gökalp Lisesi olan kuruluşunun üzerinden. Bütün bir doğu coğrafyasında bugün irili ufaklı en az 20 şehirde, hatta Orta Anadolu’nun dahi şimdinin kimi büyük şehirlerinde lise yokken, o zamanların Dîyarıbekir’i, 1939’dan sonrasında ise Diyarbakır’ında, Ziya Gökalp Lisesi varmış.
Ziya Gökalp Lisesi dedikse adı elbette kuruluşundan beri bu değil. 1892’de Dîyarbekir Îdadisi olarak kurulmuş. 1913’te İdadi kuruluşları lağvedilince tam devreli Sultanî olmuş lisemiz. Bugünün Türkiye’sinde (başta da Mektebi Mülkiye olmak üzere) okul tarihleri ile övünç duyan kimi okullar, birinci dünya savaşında öğrencilerinin silâh altına alınmasından nasıl “milli” gurur duyuyorlarsa haberleri olsun, Dîyarbekir Sultanisinin öğrencileri de “cihan harbi umumisinde” askere alındıklarından lise kısmı devre dışı kalmış. İlk yapıldığı yıllarda Dicle nehrine nazır Fiskaya’da tedrisat yapan lise, 1948-49 öğretim yılında şimdilerde adı “Lise Caddesi” olan bölgede, binası tamamlanarak yeni yerine taşınmış. 1953 yılında da adı Diyarbakır Lisesinden Ziya Gökalp Lisesine dönüştürülmüş.
Uzak şehirler, yolu izi olmayan köylerden, kasabalardan ebeveynler, lise tahsili yapsınlar diye çocuklarını Diyarbakır’a getirirlermiş. Sur içinin yoksul mahallelerindeki eski bazalt taşlı evlerde, ya da han türü küçük otel odalarında birkaç köy / kasaba çocuğu, köyden gelen erzak ve birkaç kuruşla gaz lambasının ışığında ders çalışıp lise tahsili yaparlarmış. Bunları bugünlerin sözlü ve yerel tarih çalışmalarından, bir de imbikle süzülmüş anılardan öğreniyoruz.
Kimlere ev sahipliği yapmamış ki bu koca ilim irfan yuvası. Şöyle bir sıradan geçip birkaç isim sayarsak; Orhan Asena, Yılmaz Karakoyunlu, İhsan Fikret Biçici, Esma Ocak, Reşit İskenderoğlu, Remzi İnanç, Felat Cemiloğlu, Hikmet Çetin, Abdülkadir Aksu, Osman Baydemir ve daha niceleri…
1920’li yılların İstanbul’unda, İstanbullu entelektüeller aralarındaki sohbetlerinde “Diyarbekir Ekolü”nden söz ediyorlarsa anlamlıdır. “Acaba Dîyarbekir ne diyor?” diye sorular sormuşlarsa, okula ad olmuş şahsiyetin Diyarbakır’da çıkardığı Peyman, Küçük Mecmua gibi yayınlarının yanında Ermenice Angah Dikris, Süryanice Şifuro ve Kevkeb dı Medinho, Kürtçe Gazî dergileri ile zaman içinde Dîyarbekir İdadisi, Dîyarbekir Sultanisi, Dîyarbekir Lisesi ve Ziya Gökalp Lisesi adlarını alan şehrin kurumlarının yetiştirdiği ve yarattığı değerler sayesindedir.
Çoğumuzun bir “Muş Türküsü” olarak bildiği “Mektebin Bacaları” aslında bir Diyarbakır ve Ziya Gökalp Lisesi Türküsüdür bilir misiniz? Türkünün yakıldığı 1940’lı yıllarda Muş’ta lise ne arasın! Sadece Muş’ta değil diğer doğu illerinde de yoktur lise. Diyarbakır Valisinin kızı Dikmen’e âşık olan bir liseli gencin yaktığı türküdür: Mektebin Bacaları. Sevgili Dostum, Şair İhsan Fikret Biçici Ağabeyim paylaşmıştı. Türkü o yıllarda daha ağır bir perdeden ve aşağıdaki gibi iki kıta, arada da birkaç tekrardan oluşan “Uy yadê” olarak nakarat bölümü ile okunurmuş…
“Mektepten gelir Dikmen
Kurdelesi ipekten
Gel seni alım, kaçım
Kurtulasan mektepten
Mektebin bacaları
Ders verir hocaları
Allah canımı alsın
İmtihan geceleri.”
Daha çok yazılacak hikâye, yapılacak edebiyat varken sadede gelmek en iyisi.
İşte bu 120 senelik geçmişi olan birçok bürokrat, yazar, şair ve bilim şahsiyeti yetiştirmiş bölgenin en eski Lise’si, 2010-2011 eğitim ve öğretim yılı itibariyle Ziya Gökalp Sosyal Bilimler Lisesi oluyor. Bir eğitim kurumunun hayat hikâyesini yeni kimliğiyle bir kez daha anımsarken ilk ağızda bunları paylaşayım istedim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.