“Kapıyı çaldık, kapı açılır açılmaz içeriye girdik, hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah’a (Çatlı) birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk göndermiş, ‘Hepsini teker teker bayıltıp öldürelim’ demiş. Dışarı çıkıp arabada bekleyen Abdullah’la konuştum. ‘Evde öldürmek zor olacak, ikişer ikişer götürüp öldürelim’ dedim. ‘Olur’ dedi. İki kişiyi büyük reisin arabasın bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp kafalarına ateş ettik. Geri döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah ‘Tek tek boğalım bunları’ dedi. Bir tanesini zorla boğdum. Diğer dördünü bu şekilde öldürmek zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim sonrada sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermilerin hepsini boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah’a verdim.”
Serdar Alten bu katliamdan sağ kurtuldu ve ölmeden önce polise verdiği ifadede katliamı gerçekleştirenlerin isimlerini söyledi.
Bu isimler, Abdullah Çatlı, İbrahim Çiftçi ve Haluk Kırcı’ydı. Haluk Kırcı sıkıyönetim savcılarına yukarda okuduğunuz ifadeyi verdi.
12 Eylül faşist darbesi, bu kitle katillerinin yarattığı kanlı ortamda gerçekleşti.
Sonrası Kürt savaşıdır..
Bu savaş 12 Eylül’ün kitle katillerini devletle yeniden buluşturdu.
MİT’in ve daha sonra da Çiller’in milli kahramanı haline gelen Çatlı ve benzerleri, parti kongrelerinin kaderini değiştiriyor, yeraltı dünyasının bütün kirli işlerinden pay alıyor, ele geçen servetler, MİT, Emniyet ve JİTEM’in önde gelen istihbaratçılarıyla paylaşıyordu.
12 Mart ve 12 Eylül arasında gerçekleşen katliamlar ve cinayetler serisinde görev alanlar, yani MİT’in bordrolu kitle katilleri, 12 Eylül’den sonra, Kürt savaşının mümkün kıldığı siyasi koşullarda, devletten maaş filan almak ne kelime, artık kendilerini yöneten devletin güvenlik birimlerinin başında yer alan kişileri beslemeye başlamışlardı.
İnsanlardan haraç alınıyor, kitle katillerinin hesap numaraları elden ele dolaşıyor, Yeşil ve Çatlı gibi profesyoneller, devletin istihbarat piyasasında transferden transfere koşuyor, bir dönem JİTEM adına çalışan bir bakıyorsunuz MİT’e, MİT’e çalışan ise JİTEM’e veya Mehmet Ağar’a transfer oluyordu.
Paranın ve her türden kirli işin içinde yer aldığı muazzam bir suç dünyası..
Mafya-siyaset-güvenlik bürokrasisi..
Hadi buna bir de Bucak gibi Kürt ağalarını da ekleyin.
Tepede, JİTEM, MİT ve Emniyet bürokrasisi var ama.
Bu kurumların başındakiler, suç işleyenlerin üstüne güvenlik şemsiyelerini tutmuşlar.
Yeşil pasaportlar, hatta diplomatik pasaportlar elden ele dolaşıyor..
Cinayet işleyenler, ifadesi bile alınmadan serbest kalıyor..
Üstüne devletin güvenlik şemsiyesi tutulanlar bu güvene layık olabilmek için daha da zalimleşiyor ve ‘ahde vefada’ hiç kusursuzluk etmiyordu.
Eymür’ün savcılığa verdiği ifade bu ahde vefanın gerçekleşme biçimleri hakkında bir birinden kıymetli bilgilerle dolu.
Savaş Buldan’ı öldürüyorlar üstünden çıkan parayı getirip Mehmet Ağar’a teslim ediyorlar.
Diyarbakır cezaevinde yetiştirdikleri samimi itirafçıları mesela kendi aralarında paylaşıyorlar.
Hanefi Avcı, Cem Ersever, bu itirafçılarla köklü dostluklar kuruyor.
Ali Ozansoy bunlardan biri. Yıllardır Ankara Emniyeti’nde memur olarak çalışıyor.
Ali Ozansoy kim?
Musa Anter cinayetinin işlendiği gece, JİTEM’in Diyarbakır’daki merkezinde telsizin başında olan PKK itirafçısı. Cinayetten sonra, kimliğini değiştirdiler ve Emniyet Müdürlüğü bünyesine aldılar. Bildiğim kadarıyla hâlâ görevine devam ediyor.
Mehmet Eymür’ün savcılığa verdiği ifadenin içeriğini merakla bekliyordum.
Yeşil’in kısa hayat hikâyesini özetlemiş Eymür. O kadarı zaten biliniyordu. Ama bu ifadede dikkat çeken husus, anlatılanların Susurluk ve Susurluk çevresinde gerçekleşen karanlık ilişkilerle alakalı olması. Fırat’ın ötesinde olup bitenler hakkında Eymür kayda değer bir şey söylemiyor.
Oysa Susurluk çetesi, asıl gücünü, Fırat’ın ötesinden alıyordu.
Susurluk sürecinin aktörleri, istihbaratçıları, işin o yanını hâlâ gizliyorlar.
Eymür’e bir süre önce, Çiğdem Anat’ın sunduğu NTV’de yayınlanan bir programda sormuştum. Yine sorayım.
– Siz Yeşil’i sorguladınız ve bu sorgulamada Yeşil size Anter cinayetini kendisinin planladığını ve bu cinayeti, kendi tabiriyle “PKK’nin kafa adamlarından birini kullanarak” gerçekleştirdiğini söylemişti. Bu bilgiyi birkaç yıl önce kamuoyuyla paylaştınız. Bir istihbaratçı ve MİT yetkilisi olarak Yeşil’e bu “kafa adamın” kim olduğunu sormadınız mı?
– Sorduysanız ve cevabını da aldıysanız, bu bilgileri savcılarla neden paylaşmadınız?
– İçinden çıkıp geldiğiniz istihbarat dünyasındaki çatışmalar ve JİTEM-MİT ve Emniyet Müdürlüğü arasında yaşanan kanlı mücadeleler hatırladığında, bu ifadenin bir kopyasını kendi arşivinizde saklama gereği duymamış olmanız akla yakın bir ihtimal olarak görülmüyor maalesef. Bakınız savcılar, İmralı görüşmelerinin kayıtlarına bile ulaşamıyor.
Dolayısıyla MİT, Anter cinayeti hakkında Yeşil’in verdiği ifadenin kayıtlarına rastlanmadı diyebilir.
– Siz neden bu ifadeyi savcılara vermediniz veya bu ifadede yer alan bilgileri paylaşmadınız?
Bir soru daha sormak istiyorum:
– Yeşil’in birçok cinayette kullandığı Hogır (Cemil Işık) hakkında ne biliyorsunuz?
Sizin JİTEM’den MİT’e transfer ettiğiniz Yeşil; Musa Anter cinayetinde kullanıldıktan sonra Almanya’ya gönderilen ve orada 1994 yılında öldürülen Hogır hakkında size ne anlattı?
Hogır’ı Almanya’ya kim gönderdi ve ölüm emrini kim verdi?
Bilgilerinize ve hafızanıza ihtiyacımız var, cevaplarınızı bu köşede yayımlamak üzere bekliyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.