Sırça köşkte oturanların taş atarken nasıl madara olabildiklerinin taze bir örneğiyle karşı karşıyayız. Akşam gazetesi bugün manşetten verdiği ‘müthiş’ haberini, 15 Temmuz darbe girişimini tezgahlamakla suçlanan ABD’li akademisyen Henri Barkey’e ayırmış.
Levent Albayrak imzalı kompozisyonda İstanbul kökenli Barkey’nin Büyükada’da aylar öncesinden planladığı İran konulu ‘sır’ seminerden söz ediliyor. Ardından toplantıya katılan ‘karanlık yabancılar’ın da, ‘istihbarat birimleri’ tarafından ‘bir bir deşifre edildiği’ müjdesi veriliyor. Haberde fotoğraflarıyla birlikte sıralanan isimlere baktım. Bir çoğu kendi alanlarında saygın uzman ve akademisyen. Haklarındaki bilgiler kısmen yanlış, kısmen eksik. Ama bir tanesi var ki neredeyse küçük dilimi yutuyordum: Scott Lee Peterson.
Akşam gazetesinin Peterson hakkındaki yazdıklarını aynen aktarıyorum: “Toplantıdaki belki de en çok dikkat çeken isim Scott Lee Peterson isimli 44 yaşındaki azılı katil. 2002 yılında hamile olan karısı Laci Peterson’ı öldürmekten birinci derece cinayet ile hüküm giyen Peterson, ABD’de en azılısı suçluların kaldığı California’daki San Quentin Devlet Hapishanesi’nde mahkum. Hakkında ‘iğneyle idam cezası’ hükmü verilen Peterson davayı temyize taşıdı. 13 Temmuz günü İstanbul’a gelen Peterson hala çıkış yapmadı. Mahkum olarak görünen Peterson hangi amaçla ve nasıl Türkiye’ye getirildiği ise soru işareti.”
Evet Akşam gazetesine inanacak olursak aramızda azılı bir ABD’li katil dolaşıyor! Rahat olun sayın okurlar. Çünkü Splendid Palace Otel’deki ‘sır’ toplantıya katılan Scott Peterson, The Christian Science Monitor gazetesinin kıdemli Ortadoğu muhabirinden başkası değil. Uzun yıllardan beri tanıdığım Scott tabii ki hala İstanbul’da, çünkü yaşadığı yer orası. Anlaşılan bizim istihbarat birimleri Google’a girip Scott Peterson ismiyle arama yapınca en çok tık alan benzer isimdeki ABD’li mahkumla karşılaşmış. Ve derhal Barkey ile birlikte darbeyi tasarladığı kanaatine varmış. Tebrikler!
Dediğim gibi son günlerde yabancı basının Türkiye’deki olayları nasıl çarpıttığını, bu olaylara nasıl bir önyargıyla yaklaştığını, nasıl yeminli Erdoğan düşmanı olduğunu ve darbecileri aklamalarına nasıl ramak kalındığını anlatan onlarca yazı döşeniyor. Bu kervana katılan ‘muhalif’ kalemler de var.
Batı basınında çıkan haber ve yorumları yakından izliyorum. Evet, internet sayesinde bedava yazdıkları için önüne gelen ‘Türkiye uzmanı’ olarak önümüze çıkabiliyor. Ve evet, Erdoğan nefreti üzerine kurgulanmış saçma sapan maddi hatalarla dolu yazılar var. Ama çoğu gerçekten böyle mi? The Economist’te geçen hafta çıkan Fethullah Gülen hareketinin karanlık yüzüne işaret eden, son derece dengeli makaleye bir göz atın derim. Veya Dov Friedman’ın Foreign Affairs dergisinde cemaatin orduya nasıl sızdığını teferruatıyla anlattığı analizine. Bunlara ‘yeminli Erdoğan düşmanı’ ilan edilen Al-Monitor haber sitesini de ekleyebiliriz. Mustafa Akyol’un peş peşe kaleme aldığı Gülen’in Türkiye’ye neden iade edilmesi gerektiğini savunan yazıları Pensilvanya’da yeni bir beddua nöbeti tetiklediyse şaşırmam. Örnekleri çoğaltabiliriz…
Hem 15 Temmuz öncesi Türkiye çok mu demokratik, hem çok mu huzurluydu? Bu arka planı göz ardı ederek Batı basınının yaklaşımını topyekun itham etmek çok mu hakkaniyetli? Üstelik Batı basını Türkiye’de ne zaman makbuldü ki? 90’lı yıllarda Güneydoğu’daki vahşeti hakkıyla yazan yerli yabancı her gazeteci derhal merkez medya tarafından ajan ilan ediliyordu. Bugün ise Erdoğan’ı eleştirenler aynı damgayı yiyor. Batı medyasına çatan Sabah ve Hürriyet’teki meslektaşlarımız, Cengiz Çandar ve rahmetli Mehmet Ali Birand’ın para karşılığı PKK’ya destek verdikleri iddialarıyla hayatlarının karartıldığı ‘andıçlı’ günleri ne çabuk unuttular! Gülen medyasının günahları ise saymakla bitmez.
Hadi varsayalım ki Batı medyası tümüyle beter, her gün Türkiye’nin kuyusunu kazıyor. Tek derdimiz bu mu yani? Tam 36 yıllık bir aradan sonra ne denli kalabalık oldukları tutuklananların sayısından rahatça anlaşılabilen cuntacılar nasıl oldu da F-16’larla tepemizde terör estirdiler, tanklarla tüfeklerle 300’e yakın masum vatandaşımızı katlettiler, meclisimizi bombaladılar, cumhurbaşkanının en iç çemberine kadar sızabildiler? Nasıl oldu da cumhurbaşkanı darbeyi ilk MİT veya Genel Kurmay’dan değil de eniştesinden duydu? Gülencilerin orduda cirit attıkları bunca zamandır bilinirken neden uzaklaştırılmadılar? Hoş, Akşam gazetesinde bahsi geçen istihbaratçıların ellerine kaldıysak nedeni açık. Ama biz gene her zaman olduğu gibi en kolay yolu seçelim, suçu her daim başkalarında arayalım. Basın plaja, AVM’ye…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.