Fakr insanın doğal hâlidir. İnsan fakir doğar, yani muhtaçtır. Siyasi iktisadin (yani toplumun hane sayıldığı bir ev idaresinin) ihtiyaçları sınırsız, kaynakları da kıt sayması tesadüf değildir. İnsanın temelluk etme ihtiyacı da her ne kadar insanın üstünde iğreti de dursa --çünkü hiçbir şey insanın elinde kalmıyor ve benim dediği şeyler ona sadece mezara kadar refakat edebiliyor, onun olamıyor-- mülkiyette ısrarını bulan ihtiyaçlılık hâli insanın fakirliğinin zenginliğindendir. Yani insanın fakirliğinin zenginliği, onun zenginliğe olan fakirliği demektir. Zira insan giyinmek zorunda olup da çıplak doğandır.
İnsan ihtiyaca göre giyinseydi ve eğer tüm ihtiyaçları elbise şeklini alsaydı, insanın üstüne gelecek katmanlarla insan kâinat kadar genişlerdi. Fakat insan başlangıçta bir nokta kadar çıplaktır. İnsan öyle bir yolcudur ki katığı aczi ve fakrıdır. Tohum, etrafına fakirdir. İki el gibi iki yana açılırsa ağaç olur.
İnsanın doğuştan olan ve insanın doğasından gelen bu mahrumiyet hâli insanı yola çıkartır. İnsanda acz ve fakr adıyla açılmış olan iki derin yara, kapanmak için sahibini yolculuğa zorlar. Bu yolculuk zarureti bir yara kapatma işlemidir. Fakat yara sonsuzdur. İnsanın ihtiyaçları her yere dağılmıştır. Bireyin tek başına, kendi elleriyle kapatamayacağı kadar derin ve geniş bir yaradır. Zira yarayı kapatmak için gerekli yolculuğun mesafesi her şeydir, her yerdir. İnsan kâinat kadar büyüdüğünde biten bir yolculuğun bir ihtiyaç olarak (ekonomi biliminin tarifiyle) sınırsız olmakla tarif edilmiş olması tesadüf değildir. İnsana sorulsa diyecektir ki “hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”
İşte bütün mevcudatı birden isteyen bir muhtaç, samimi olarak kapıları çalsa ve bir dilenci olarak değil de bir dileyici olarak istediklerine varabilse bu dünyada yetim olmaktan, yabancılaşmış olmaktan kurtulacaktır. İnsanın ihtiyaçları doğayla başlasa da ancak tarihle tamamlanıyor. Midenin ağrısı kadar vicdanın sızısı da fakirliktir. İnsanın emeği, insanın eli kadar insanın kalbinden de çıkandır. Hatta insana açılan el, eşyaya uzanan elin varabildiklerinden, tutabildiklerinden ötesi içindir. Sahip olduğu şeyi kavrayarak kapanabilen elin, sahip olamadığı şey için açılıyor olması, kalbin sürekli açıklığının göze görünen, elden gelen kısmıdır. Kalp, görüntüsüz dilenir; elin varamadığı yerler ve şeyler için.
Fakrdaki yalınlıkçoğu kez insanın yanlış temellukundan, adaletsiz malikiyetinden daha selimdir. Fıtrata daha yakındır. Her şeyi isteyen çocuk Müslüman’dır. Fakat bir şeye bile “benim” diyerek temelluk eden yetişkin, Proudhon’un meşhur sözüyle hırsızdır, teslim olmamıştır. Fakrın asıl fonksiyonu insanı gınaya ulaştırmasıdır. Yokluktan ve yoksunluktan, varlığa ve zenginliğe giden bu yolculuk güzel bir yolculuktur. Marx, Paris Elyazmaları olarak bilinen metinlerinde servet kadar insanın fakirliğinin de müspet olduğunu söyler: “Fakr, insanı en büyük servete bağlayan, ona ihtiyacı tecrübe etmesine vesile olan pasif bir rabıtadır.” Bu “en büyük servet” öteki’dir. Tanrı’sı insaniyet’e düşmüş Marx için bu öteki “öteki insan(lar)”dır. Yani raptolunması, intisap edilmesi zaruri olandır. (İnsaniyet temelinde sınıfa dâhil olmayan birey bir hiçtir. Çünkü Marx için insan tek başına kalmak için yaratılmamıştır). Bediüzzaman Birinci Söz’de insanın bağlanma zarureti anlamında “bismillah”ın önemini anlatırken şöyle der: “Evet, bu kelime [bismillah] öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz âczin ve fakrin; seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadir-i Rahim’in dergâhında âczi, fakrı en makbul bir sefaatçi yapar.”
Evet, “bismillah her hayrın başıdır!”.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.