Dün Celal Talabani’yi Bağdat’ta hastanede gören bir dostum “Maalesef durumu ciddi” diyene kadar, tam inanmamıştım. Ama oksijen tüplerini ve komada olduğunu öğrenince, içime bir hüzün çöktü.
Iraklıların Mam Celal (Celal Amca) diye hitap ettiği Kürt liderle tanışıklığım, birebir kendi gazetecilik tarihime tekabül ediyor.
İlk röportajı, yeni yetme bir muhabir olarak Erbil’de yaptım. 1996. Çekiç Güç var ve Kuzey Irak tam anlamıyla otorite boşluğunda. O yaz meslektaşlarım Faruk Balıkçı, Namık Durukan, Şeyhmus Çakan, Mahmut Bozarslan’la Kuzey Irak haberlerine gitmek, binlerce peşmergeye komuta eden Kürt liderlerle görüşmek, adeta oyun gibi kolay gelmişti. Toyluk işte!
Talabani her röportajda Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’ı sorardı. Şimdi bile ”How is my friend Cengiz?” cümlesini, onun sesinden duyar gibiyim.
Aynı yıl Saddam birlikleri Çekiç Güç’ü ihlal edip Süleymaniye’de peşmergeleri ezip geçerken, Talabani Kalaçolan’daki ana karargahında son röportajını bizle yapmıştı. O yıllarda da göbekli, tombik ama peşmerge kıyafetindeydi.
Yerdeki yanık sayfa
Kalaçolan’ı terk edip Kandil dağlarına çekilmeden önce, düşmanın eline geçmesin diye kendi karargahını elleriyle ateşe vermişti. Yerdeki yanık kağıtlar arasında Kurtuluş Savaşı Ansiklopedisi’nden bir sayfa bulmuştum. Sakarya Meydan Muharebesini anlatan o yanık sayfayı hala saklarım.
Bilir misiniz, Talabani’nin çok esaslı bir karısı ve İngiltere’de okumuş Batılı, demokrat bir oğlu var. Uzun yıllar Washington’da da yaşayan Kubat Talabani ile zamanla dost olduk. Babasından çok farklı görünse de, aynı uzlaşmacı, diplomatik, çözümleyici genlere sahipti. Yakın zaman önce Amerikalı eşi ve oğluyla Erbil’e taşındı.
Mam Celal birebir sohbetlerde hep muzip, meraklı, neşeliydi. Kürt meselesiyle ilgili ondan çok şey öğrendim: ”Ne olur Kürtçe yasak olmasa? Buraya Saddam bile Kürdistan diyor; ne olur böyle dense? Neden sadece askeri çözüm düşünüyorsunuz? Neden Türkiye bizlerle kol kola girmiyor?..”
11 Eylül olmasaydı
ABD’de yaşadığım yıllarda Talabani’yle New York ve Washington ziyaretlerinde röportajlar yaptım. Saddam’ı devirmek için Batı’yı ikna etmeye çalışıyor, Amerikalılar ise kah öyle diyor kah böyle diyordu. 11 Eylül olmasaydı, muhtemelen hala otel lobilerinde Irak’ı tartışan muhalefet liderlerinden biri olarak kalacaktı.
Cumhurbaşkanı olduktan sonra Bağdat’taki makamında röportaja gidebilmek için, güvenlikten geçmem saatler sürmüştü. Yıl 2004. Herhalde Netanyahu bile bu kadar iyi korunmuyordur.
Kasım 2010’da Paris’te yaptığımız röportajda, hayatta hiç yapmadığım bir şey yaptım ve giderken hediye olarak Türkiye’den bir kravat götürdüm. Neden bilmiyorum. Sağlığı çok iyi değildi. Rejim yapması lazımdı ama boğazına düşkündü.
Talabani Özal’ı çok anardı. Ne mutlu ki yıllardır hayal ettiği Türk-Kürt kardeşliği üzerine inşa edilen geniş Türkiye, artık erişilebilir bir vizyon. Henüz gerçekleşmedi ama hiç olmadığımız kadar yakınız. Ne var ki, bu sefer de Mam Celal hasta...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.