Türkiye'nin, Suriye yönetimine yönelik baskıları son günlerde ciddi biçimde yoğunlaştı. Hemen her toplantı, her görüşme, her basın açıklaması Suriye ile ilgili cümleler hem de oldukça sert cümleler içeriyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun son birkaç günlük açıklamaları bile Suriye ile ilgili mesainin yoğunlaştığına işaret ediyor. Açıklamaları takip edenler, yakın gelecekte bu ülkeye dair önemli gelişmelerin olabileceği, iç çatışma haline müdahale edileceği izlenimi ediniyor.
Türkiye'nin bölgesel diplomasisinin üç ana konusu var; İran nükleer müzakerelerinin Türkiye'de yapılması, Suriye yönetiminin devrilmesi ve Irak Başbakanı Nuri el Maliki'nin iç çatışmaya odaklı çıkışlarının kontrol altına alınması...
Tahran'la karşılıklı ziyaretler ve temaslar bu konuda işlerin olumlu gittiğini gösteriyor. Davutoğlu'nun Moskova ziyareti ise, Suriye konusunda olmasa bile İran konusunda iki ülkenin benzer pozisyonlar içinde olduğunu teyid etti.
Türkiye'nin; Şam ve Bağdat'ta varolan yönetimleri ile artık iş tutması mümkün değil. Bölgenin geleceği açısından iki başkentte iktidarı elinde tutanların gitmesini istiyor. Beşşar Esad ve yönetimi Suriye'de, Nuri El Maliki Irak'ta iktidar olduğu müddetçe bu iki ülke ile eski günlere dönüşü imkansız. Özellikle Esad'a bakışının artık değişmeyeceğini biliyoruz. Maliki'nin Sünnileri ve Kürtleri dışlayan tek adam olma eğilimi, Esad yönetimine destek çıkmaya dönük açıklamaları, Türkiye ile ipleri kopardı.
Davutoğlu'nun Tahran ziyareti sırasında Muktada Sadr'la yaptığı görüşme, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi Başkanı Ammar el Hakim'in Ankara ziyareti sırasında verilen mesajlar, Bağdat'ta Maliki'yi tasfiye etmeye dönük girişimler olarak öne çıkıyor.
Verilen mesajlar, etnik ve mezhep eksenli ayrışmanın nasıl tehlikeler içerdiğine dikkat çekmeye yönelik oldu hep. Maliki'nin bu ayrışmaya, tehlikeye yatırım yaptığı ortada. Şiilerin ve Sünnilerin saygı duyacağı isimlerin yönetime getirilmesi, görünüşte herkesin çıkarına uygun. Ama iş, İran'la Türkiye arasındaki pazarlıklarda bitecek gibi. Yine de Maliki'nin gidici olduğunu söylemek kehanet olmasa gerek.
Irak'taki sorunu aşmak kısmen daha kolay ancak Suriye'deki gelişmeler bütün bölgeye sarsacak bir depreme dönüşmeye doğru ilerliyor. Son olarak Esad için Miloseviç benzetmesi yapılması, Türkiye'nin zaten net olan pozisyonunun, net tavır almaktan müdahaleci pozisyon almaya dönüştüğüne işaret ediyor. Bu da şu anlama geliyor:
Ne pahasına olursa olsun Esad gidecek. İster bölge ülkeleriyle isterse uluslararası planlamayla ama bir şekilde bir müdahale şekli uygulanacak. Hesap bu! Miloseviç NATO saldırılarıyla gitmişti. Şam yönetiminin bölge ülkelerinin katılımıyla yerinden edilmesinin zor olduğunu herkes biliyor. Öyleyse bir tür daha geniş koalisyonlu ya da bölge dışı aktörlerin katılımını içeren planlama yapıldığı tahmininde bulunmak mümkün.
Müdahalenin gecikmesinin elbette bir çok sebebi var. En önemlisi de İran'ın pozisyonu ve sürecin kimlik eksenli çatışmaya dönüşme ihtimali. Bütün görüşmeler, Suriye meselesini kimlik meselesi olmaktan çıkarmaya dönük. Sorunun üstesinde ne kadar gelindi bilemiyoruz ama son günlerde müdahaleye dönük daha net mesajlar verilmeye başlandı. Davutoğlu'nun Moskova ziyareti sonrası Rus kaynaklardan gelen; "Türkiye'den ve Ürdün'den koridor açılacak ve uçuşa yasak bölge ilan edilecek" iddiaları dikkat çekiciydi.
Birkaç ay içinde bir hareketlenme bekliyoruz. Bu yılın ilk altı ayı içinde Suriye'de bir şeylerin değişeceğine dair güçlü tahminler mevcut. Bağdat'tan yükselen sert çıkışların, İran'a yönelik müdahale kampanyasının esas hedefinin Suriye'de işleri kolaylaştırmak olduğu ortada. Öyleyse bütün senaryolar Şam'a çıkıyor demektir.
Eğer Esad Miloseviç ise, müdahale bekleyin derim! Slogan şu: Maliki'yi tasfiye et, Esad'ı devir!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.