• BIST 9284.28
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 15 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 21 °C
  • Berlin 3 °C

Mahşerin troykası

Nabi Yağcı

Sol olarak başarısızlıklarımızın ve demokrasimizin güdüklüğünün nedenlerine kafa patlatırken yıllar önce tarihin bir dönemi çok ilgimi çekmişti. Bugüne dair sorularımıza aradığımız yanıtların önemli ölçüde tarihin bu kesitinde gizlenmiş olduğu konusunda sezgisel bir eğilimim vardı. Sözünü ettiğim tarih 1800’lü yılların ikinci çeyreğinden 1930’lu yıllara uzanan zaman aralığını kapsamakta.

İmparatorlukların çözüldüğü ve yerini mahşeri bir kaynamanın, kargaşanın aldığı bir tarihî dönem bu. Eski yıkılıyor ama henüz yeninin ne olduğu, nereye gidileceği belli değil. Fakat hiç kuşku yok ki sıradan olmama anlamında büyük devrimci bir kabarma var. Milli uyanışlar ve milliyetçilik akımları, milli devletlerin doğuşu başat eğilimi oluşturuyor. Fakat aynı zamanda 1789 Fransız Devrimi’nin ateşlediği özgürlükçü ruh ve fikirler, sosyalist düşünce akımlarıyla birlikte iç içe geçen karmaşık bir zihniyet dünyası oluşturuyor. Başat eğilimin milliyetçilik olması nedeniyle bu çok parçalı zihniyet dünyasına ve buradan çıkan siyasetlere milliyetçi etiketini yapıştırmanın bu somutluğu kavramaya yetmeyeceğini de sezmekteydim.

Birbiriyle mahiyet farkı olsa da Troykayı çeken atlar aynı yöne koştukları gibi her birinin gücü öbürüne katılıyor ve çekimin ivmesini yükseltiyordu. “Etnisizm, Modernizm ve Sosyalizm” yönündeki bu çok güçlü üç akıma bu nedenle “Mahşerin troykası” yani “üç atlısı” diyorum. Birbirinden farklı ama birbirini etkileyen ve etkilenen, birbirine karışarak vektörel bir doğrultu yaratan bu durum beni, daha spesifik olarak değişimin dinamikleri üstüne dünden farklı düşünmeye yöneltmişti.

Sol, sosyalizm üstüne tartışmaları, geçmişin eleştirisini “bitti, bitmedi” gibi kısır bir eksende götürmek yerine düne dair bilgi ve deney birikimlerimize dayanarak bu sorular için önce aydınlık bir alan yaratmak çok daha ciddi bir yaklaşım olmaz mı? Hele bitti deniyorsa, bittiğini ispat için bu enerjik çaba niye?

Kendi adıma söylersem “Marksist solun yenilenmesi” üstüne tarihsel TKP ve TBKP sürecinde giriştiğimiz eleştirel çabaları ve devamı olarak kendi düşüncelerimi önümüzdeki günlerde daha sistematik olarak aktarmaya çalışacağım. Ama günlük bir gazete bu iş için uygun değil. Zira benim okuyucu çevrem yalnız soldan ibaret değil. Onlara karşı sorumluluğum var. Taraf’taki köşemde de değinmelerim olur elbette ama esas olarak herkesin de izleyebileceği bir biçimde internet ortamını kullanacağım. İkincisi, güncel siyasi gelişmelerin ateşi, dikkatimizi hiç gevşetmememizi gerektirecek derecede hayati.

Dün çok uzağımızda değil

“Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923)”
kitabının alt başlığı: ”Türkiye’de Sosyalizmin oluşmasında ve Gelişmesinde Etnik dinsel toplulukların (Makedon, Yahudi, Rum, Bulgar ve Ermeni Anasır’ın) Rolü.”

Kitabın önsözünü tarihçi E.J. Zürcher yazmış. Makalesinin başlığı: “Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm, Milliyetçilik ve Tarih Yazımı” Zürcher, USTE (Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü) katkılarıyla bu projenin nasıl ortaya çıktığını anlattıktan sonra dikkat çekici saptamalar yapıyor:

“Bu dönemde ‘milliyet sorunu’ elbette Avrupa’daki sosyalist çevrelerde de ön plândaydı (...) Fakat Balkanlar’ın ve Anadolu’nun sosyalistleri için ‘milliyet sorunu’ yalnızca kuramsal açıdan ilginç olmakla kalmıyordu, aynı zamanda büyük bir siyasal acilliği de vardı.”

“Siyasal İslâm’ın bir model seçeneği olarak yeniden ortaya çıkışına kadar, iki ithal malı Avrupa ideolojisi, Yakın Doğu’da aydınların ruhunu kendine bağlamak için yarışmıştır: sosyalizm ve milliyetçilik (alt çizgiler bana ait –NY). Bu proje de söz konusu yarışmanın ilk evresini yansıtmaktadır. Ama bence elinizdeki araştırma kitabı, bir başka bakımdan da önem taşıyor. Proje süresince yavaş yavaş şunun farkına vardık ki, uğraştığımız konunun özellikleri bir yana yaptığımız benzersiz bir işti: araştırmacılar grubumuz, bir bakıma Osmanlı İmparatorluğu’nun etnik dinsel çeşitliliğini canlandırıyordu. İlk bakışta bu size önemsiz veya ilgisiz bir gözlem gibi gelebilir; ama geç dönem Osmanlı tarihinin hemen hemen her zaman çok-uluslu bir imparatorluğun son evresi olarak değil de, yıkıntıları üstünde yükselen ulus-devletlerin tarih öncesi olarak incelendiği kavranınca iş değişir.”

“Osmanlı tarihini, dar bir ulusçu görüş açısından her hangi bir ulusal tarihin bir aşaması olarak değil, çok-kültürlü bir çerçeve içinde incelemekte olduğumuz gerçeğini de fark ettik.”

“Komünizmin çöküşüyle birlikte Balkanlar’da yeniden yüzeye çıkan aşırı milliyetçilik biçimlerinde canice ‘etnik temizlik’lere başvurulması ile el ele tarihsel efsanelerin yeniden icadının, Türkiye’de de Türklerle Kürtler arasında milliyetçi bir husumetin sürüp gitmesinin, ortak Osmanlı geçmişi üstüne ulus-devlet sınırlarını aşan araştırmacı gurupların incelemeler yapmasını kesin bir zorunluluk haline getirdiğinden şüphe edilemez.”

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89