Bugünlerde, sıklıkla Libyalı yazar Ali Mistrati’nin, ‘Libya Özel Sayısı’ (Special Edition) başlıklı satir türü hikâyesini(*) hatırlıyorum. Mistrati 60’lı yılların sonlarında yazdığı hikâyede, Libya’nın petrol zenginliği dolayısı ile Batılı basının nasıl ilgisini çektiğini, iktidarda kimin olduğunun fazla önemi olmadığını alaycı bir dille anlatıyor. Hikâyede, Batılı bir dergi Libya özel sayısı çıkarmak için birini Libya’ya gönderiyor, ama Libya’yı allayıp pullayan sayı tam yayımlanacakken, hükümet devriliyor (muhtemelen Kaddafi darbesinden söz ediliyor), ama dergi yönetimi istifini bozmadan bu kez yeni Libya için bir özel sayı hazırlamaya girişiyor.
Batı dünyası dışlamıştı
Libya için de, bu durumda olan birçok ülke için de her zaman petrolün dışında başka hesaplar da var, ama temel mesele değişmiyor; çıkarlar doğrultusunda, ‘giden ağam, gelen paşam’. Bu arada, şimdilerde unutulan bir gerçek, Kaddafi öncesi Libya’nın, Kral İdris döneminde tam bir talan alanı haline gelmiş olduğu ve Kaddafi darbesinin bu ortamda gerçekleştiği. Kaddafi yönetiminde Libya, bu kez petrol zenginliğini Kaddafi’nin dış siyaset maceralarına kurban ettiği, içerde otoriter bir rejimin giderek sertleştiği ve uzunca bir süre Batı dünyasının dışladığı bir rejim haline geldi.
Ancak, 11 Eylül’den sonra, ‘terörle savaş’a destek vermesi karşılığında, Libya’nın Batı ile ilişkileri düzelmeye başladı. İngiltere öncülüğünde yapılan pazarlıklar sonucu, kitlesel silahlarından (WMD) vazgeçtiğini açıklaması sonrasında, 2006’da Batı tarafından aklanıp, diplomasi dünyasına geri döndü. O dönemde, Batılı basın tıpkı Mistrati’nin hikâyesinde olduğu gibi, Libya’ya ‘özel’ önem vermeye başladı. Mesela, ünlü İngiliz sosyete dergisi Tatler, Libya’nın tarihi zenginliklerine geniş yer ayırdı (Haziran 2006). Ünlü İngiliz sosyologu ve ‘Üçüncü Yol’ teorisyeni Antony Giddens, Kaddafi ile bir görüşmeyi de içeren Libya gezisini anlattığı yazısında, hafif bir eleştiri dozunu saklı tutarak Libya’yı öve öve bitiremiyordu. Bu övgüler arasında, okuma yazma oranının yüzde 80 olması ve ‘kadın haklarının birçok Müslüman ülkeden ileri olduğu’ da vardı (New Statesman, 28 Ağustos 2006).
2009’da, İskoç mahkemesinin Lockerbie mahkûmu Megrahi’yi ‘insani nedenler’ ile Libya’ya geri vermesi bir skandala dönüştü. Bu pazarlığın BP ile petrol anlaşmaları karşılığı olduğu ileri sürüldü. Dönemin Başbakanı Brown, sorumluluğu İskoç mahkemelerine attı ama özellikle ABD bu konuda baskı yapmaya devam etti ve sonunda yeni Başbakan Cameron, sorumluluğu kabul etti. Bu arada, ABD ile Libya’nın arası özellikle Afrika politikaları konusunda açıldı. Nihayet, Libya baharı gibi başlayan olay, NATO müdahalesi ile sonuçlandı, Kaddafi devrildi. Şimdilerde, Batı basınında Libyalı muhaliflere övgüden ve Kaddafi karalamasından geçilmiyor.
Son günlerde, İngiliz Gizli Servisi ve CIA’nın, şimdi kahraman muhaliflerden bazılarını, terör zanlısı olarak sorgulanmak üzere Kaddafi’ye teslim ettiği ve o dönemde işkence gördükleri haberi patladı. Teslim edilenler arasında olan Abdel Hakim Belhac, şimdi ‘kurtarılmış’ Trablus Şehir Konseyi’nin başkanlığına seçildi. Bu olayı üzüntü ile doğruladı, ama ‘ABD ve İngiltere’ye kırgın değilim’ türü bir mesaj verdi veya verdiği iddia edildi.
Zenginlik nasıl paylaşılacak?
NATO’nun özgürleştirdiği Libya’nın çok kısa tarihi bu. Şimdilerde sorun, hâlâ kayıp olan Kaddafi’nin bulunmasından ziyade, birincisi Libya’nın zenginliklerinin, müttefik güçler tarafından nasıl paylaşılacağı. İkincisi, Libya’yı kimin veya kimlerin yöneteceği. Muhalif güçler şimdiden ikiye ayrılmış vaziyette; birinci blok Ulusal Geçiş Konseyi (NTC), aceleyle Kaddafi karşısına geçip NATO müdahalesine destek veren Kaddafi dönemi politikacı ve bürokratlarından oluşuyor. İkinciler ise, çoğu eski el-Kaide militanı ve radikal İslamcılar olan silahlı milis güçler. Müdahaleci Batı dünyasının, ayağını yere basmadan Kaddafi güçleri ile savaşmak için silahlı milis güçlere ihtiyacı vardı. Ama bu kesimin radikal İslamcılardan oluştuğu gerçeği özellikle de kamuoyları tarafından rahatsız edici olduğu için ‘demokratik muhalefet’ görüntüsü adına ve ayrıca ılımlı bir orta yol bulmak üzere, Geçiş Konseyi’ne gerek duyuluyor.
Bundan sonra süreç nasıl işler, kimler nasıl pazarlanır bilemem ama Libya’da son durum bu.
(*) Ethan Corin, Translating Libya/ The Modern Libyan Short Story, Saqi, 2008
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.