Sade suya tirit lafların/yazıların fütursuzca hüküm sürdüğü bu cehennemi coğrafyada gün tüketen bir âdem olarak hicap duyarak temaşa eylediğim ve artık “kötülük kumkuması” olmayı çoktan aşmış bir “öldüren siyaset” arenasında içim(iz)e su serpen (merhum Yavuz Gökmen’in ifadesiyle) “Esmer Güzeli Kadın”ın (Leyla Zana) besbelli aklın ve yüreğin imbiğinden süzülmüş, çokluk karnından konuşmadan serdettiği, gündemi de haklı olarak işgal eden (iyi ki de işgal eden!) Hürriyet Gazetesindeki “çarpıcı” görüşleriyle umutlanmış bir haleti ruhiyetle yazıyorum bu yazıyı; E. Berberoğlu yönetimindeki Hürriyet ekibini de tebrik etmeyi unutmadan. (iyiye iyi, kötüye de kötü demek bir erdemdir nasılsa) Lafı çok fazla dolandırmadan ta baştan tebriklerimi sunuyorum Leyla Zana’ya; hedefini bulan harika çıkışı ve sağlam örülmüş, çözüm kalibresi de olan ifadeleri için.
Hamaset üzre yürüyen bilumum Türkiye’deki (Kürt-Türk) kısır siyasetten azade, yenilenmiş, gıcır gıcır da olan bu “yeni(lenmiş) söylemlerin” bugün ağır aksak yürüyen, daha tam oturmuş bir demokratik geleneği olmayan yurdum insanı için de bir büyük “şans” ayrıca. (umarım abarttığımı da düşünmüyorsunuz. Yok öyleyse, el cevap; barışa sevdalı bir kirli savaş veledinin vaveylası olarak beni hoşgörün emi! Ama hor görmeyin üzülürüm!) Neyse; sayın Zana’nın kanımca çok doğru bir noktadan ve hedefini tam on ikiden bulan/bulmuş görüşlerini daha da geliştirmek ve mümkünse yaymak gerekiyor. (bu yazı bu amaçla yazıldı zaten) Bu görüşlerin özellikle Kürt coğrafyasında büyük bir karşılığının olduğunu söylemek/yazmak abartılı olmayacaktır.
Cümle ideolojik hegemonyaların sürgit varlıklarını kanla idame/tanzim etmek üzre daim üstünde tepindiği sosyolojik realitemizin de artık çok farklı bir mecrada (nevi şahsına münhasır Leyla Zana gibi şahsiyetleri ve kendi kıpır kıpır iç dinamikleriyle… Vallaha öyle!) aktığını görmüyorlarsa çok yazık derim. En büyük usta olan hayatın, sayın Leyla Zana’nın nice zorlu pratiğinden sofralarımıza buyur ettiği “yaşama dair” sözlerinin kıymetini bilmemenin/görmemenin ve anlamamanın ne büyük bir “saflık” olduğu da ayan beyan ortadayken. Siyaset mutlaka insanı esas almalıdır; insan yaşamının olmazsa olmaz bir hak olduğunu da unutmamalıdır. Bu tespit siyaset erbabı Kürt ve Türkler için bir temel amentü olmalıdır artık. Siyasete bigane olmayan, oyuncak bir tabanca bile patladığında (çocuk moçuk demeden!) buna karşı majör bir tavır almış/alabilmiş ve bunu zamanında yazmış (Gazetem.net arşivine bakılabilir) biri olmanın “rahatlığıyla” diyebilirim ki; sayın Zana’nın Hürriyet Gazetesinde söyledikleri üzerinden gidildiğinde o beklenen büyük barış düğününde hep birlikte halay tutmamız mümkün.
Başbakan Erdoğan ve ekibinin; o sallapatide duran izlenimi veren ama yer yer güçlü emarelerle (Prof. Mehmet Altan bu parçaları çok güzel buluşturdu geçenlerde..) “ucu görünen” olası barışın inşasında –kesinlikle- desteklenmesinin ne kadar hayati ve doğru olduğu apaçıksa; sayın Zana’nın bugün açıklıkla dillendirdiği görüşlerinin de aynı şekilde desteklenmesi zaruri ve ahlakidir. Silme çatışma ve yerlerde sürünen hakaretamiz siyasi retorik taraflarca ilelebet rafa kaldırılmalıdır. Çünkü bu toprakların geleceği olan Türk ve Kürt gençleri bu rijit dil yüzünden ölüyorlar sürekli. Muhtemel “barış sürecini” salt sahiplenmekle de iş bitmiyor kanımca; onu hayatın bütün gözeneklerine zerk etmenin türlü çeşit yollarını aramaktan vazgeçmemeli ve asla karamsarlığa prim vermeyen bir büyük kararlılıkla “barış ideali” herkesimce savunulmalıdır. Çünkü anamızın ak sütü gibi hak ettiğimiz büyük barış süreci salt siyasilerin inisiyatiflerine bırakılacak bir husus değildir.
Biz hep birlikte (Türkler ve Kürtler) haykıracağımız barış nidalarıyla onlara (siyasetçilerimize) cümle kötücül (çatışmacı) kandan kalelerini (siyasetlerini) bir bir yıkmanın vaktinin eriştiğini görmelerini sağlamalıyız. Bu savaş bitmelidir artık! Hayat büsbütün normalize olmalı, kuru kalabalık ve boş karna martaval, ırzına geçilmiş, kirletilmiş sözcüklere prim vermeyecek yeni bir retorikle; çağa uyumlu, yeni bir barışçıl dil ve yeni bir hayat için “vira” demenin tam zamanıdır.
Hulasa; aynı kuşaktan olduğum KCK tutuklularından Fırat Anlı’nın bir röportajında, meale, “Bizden sonra konuşacak kimse bulamayacaksınız.” sözünün hala yakıcı hükmünü dört başı mamur sürdürdüğünü de bir kenara not edip; artık yaşayan bir mit durumundaki sayın Zana’da temsilini bulmuş bu Hürriyet’teki “makul sözlerinin” de artık sağaltıcı bir işlev göreceğine/diyalogun bu düşünceler üzerinden mutlaka devreye gireceğine olan inancım ve büyük iyimserliğimle bu “yeni barış sürecinde” dahli olan herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.