Bu hafta, bütün yurtta Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından organize edilen etkinlikler vesilesiyle “Kutlu Doğum Haftası” olarak kutlanıyor. Her yıl bir konu başlığı belirleniyor ve yapılacak etkinlikler ki bunlar genellikle konferans ya da panel gibi konuşmalardan oluşuyor bu konu başlığı etrafında şekillendiriliyor. Bu yılın temasının “İnsan onuru” olması çok önemli, bunu duyduğumda sevindim gerçekten. Ve bu temayı nasıl temellendireceklerini de bayağı merak ettim. “O Nurla Nurlandık” mottosuyla ilan edilen Kutlu Doğum Haftası ile ilgili olarak Başkanlığın sitesinde ayetler, hadisler, sinevizyon, baskı materyali, e-kitap, röportajlar ve hatta bir de vaaz planı var. Başkan Mehmet Görmez’in mesajı zaten örnek bir konuşma metni niteliğinde görülebilir. Ancak Başkan hafta sebebiyle bulunduğu Güneydoğu illerinde yaptığı konuşmalarda, çözüm sürecini destekleme misyonuna ağırlık veriyor izleyebildiğim kadarıyla...
Diyarbakır konuşmasını izledim televizyondan, içeriği şiddet ve inkâr politikalarından kardeşlik hukukuna rücû etmek şeklinde özetlenebilecek olan bu konuşma iyi niyetli bir çabayı yansıtıyordu ancak mekânın büyüklüğü, kimisi oturan kimisi ayakta kalabalık bir izleyici kitlesi ile bir yandan özlenen bir buluşma ortamı görüntüsü verilse de, doğallıktan uzaktı. Zorlama bir yanı vardı sanki ya da zihnimizde eskiden kalan tortular yüzünden görüntüyü böyle algılıyoruz, bilemiyorum.
Eşeref-i mahlûkat ile esfel-i sâfilîn arasında insan onuru
Başkan Mehmet Görmez’in sitede yer alan mesajında “insanlık onuru” meselesi İslâmî açıdan ele alınmış doğal olarak. İslâm’a göre insanın hem “yaratılmışların en saygını” (eşref-i mahlûkat) hem de “varlığın özü” (zübde-i âlem) olduğu, fıtrat ve yaratılış itibarıyla onurlu bir varlık olarak kabul edildiği bilgisiyle başlayan mesaj, adını koymasa da sıkı bir modernite eleştirisiyle devam ediyor:
“Geride bıraktığımız yüzyıl, daha şimdiden insanlık onurunun had safhada zedelendiği talihsiz bir zaman dilimi olarak anılmaktadır. Ayrımcılık, ötekileştirme, ırkçılık, şiddet, işkence, terör, savaş, gelir adaletsizliği, zulüm, sömürgecilik, eğitim eşitsizliği, emeğe saygısızlık, istismar, kürtaj, açlık ve kıtlık gibi onur kırıcı küresel sorunların kıskacındaki insanlık, tarihte görülmemiş bir sınavdan geçiyor. Göğün kapılarına sırt çeviren insanoğlu, kendi eliyle ürettiği yapay sorunların açılmak bilmeyen kapıları önünde yorgun ve bitkin bir hâlde bekliyor. Bilim ve tekniğin son imkânlarıyla ürettiği en modern anahtarlar, kilitli kapıların açılmasında ona yardımcı olmuyor. Kendi ürettiğinin esiri olan insanlık, kendini hapsettiği karanlık zindanlardan çıkış yolları arıyor.”
Bu cümleler aslında metnin altında başka bir kavramı saklıyor ki bu “esfel-i sâfilîn” kavramıdır. Bilenler bilir, Kur’ân mesajları çok gerçekçi ve açık sözlüdür. Aynı sure içinde peş peşe gelen ayetlerde “Biz insanı en güzel şekilde (ahsen-i takvîm üzere) yarattık! Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik!” (Tîn 4-5) deniyor. Başkan’ın bu ifadelerinde ben esfel-i safilini buldum doğrusu. Benim burada takıldığım nokta şu: Kur’an’da yer alan bu ifadeler herhangi bir zaman dilimiyle kayıtlı değildir, Kur’ân’ın nazil olduğu dönemdeki insanları da, çağımızda yaşayan insanları da tarif ediyor olabilir. Bu yüzden son iki yüzyılı bu şekilde diğer zamanlardan ayırarak vurgulamak ve Batılılaşma ve modernleşmenin taşıyıcıları üstünden bu şekilde mahkûm etmek, İslamcı zihin için bir alışkanlık olsa da, bana çok problemli görünüyor. Çünkü herkesin gayet iyi bildiği gibi, Müslüman kültürler de alıntıladığım paragrafta ilan edilen suçlardan uzak kalamamışlardır. Metnin devamı, ilginç bir şekilde insan kelimesinden “Müslüman”ın kastedildiği bir akışla yön değiştirerek devam ediyor ancak mesajda insan onuru kavramının seküler içeriğinin, İslami literatürdeki karşılığının lehine olarak çok üsttenci ve kesin bir dille eleştirilmesi dikkat çekicidir. Bence bu dil de, bu içerik de sorunludur ama ne yapalım ki, bu dil artık “zamanın ruhu” hâline gelmiştir...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.