Nurettin Yılmaz, 1980 askeri darbesi öncesi Mardin bağımsız milletvekiliydi. 1980'in Mart'ında başlayan, 114 tur süren ve sonuç vermeyen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde o da yarışmıştı, bağımsız aday olmuştu.
Cüretinin bedelini ağır ödeyecekti.
Darbeden sonra götürüldüğü Diyarbakır cezaevinde, bir Kürt olarak cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğu, 'koyabildiği' için 'özel muamele' görecekti, Nurettin Yılmaz.
2009'da katıldığı bir 'Demokrasi Arşivi' programında söylediklerini unutmadım:
'Binbaşı Esat Oktay Yıldıran benim için özel olarak 3'üncü kata gelmişti. Ben girer girmez, 'Kürdistan cumhurbaşkanı' geldi dedi. Türküm, doğruyum, çalışkanım andını içmemi istedi. Yapmadım. İlk yumruğu vurdu, cop vurdular, lağıma attılar... Aday olmamı her vuruşlarında hep hatırlattılar...'
Adaylık fikrinin bile öfke, öğürtüyle karşılandığı, Diyarbakır cezaevinde tek kelime türkçe bilmeyenlere İstiklal marşının tekmil 10 kıtasının işkenceyle, sopayla ezberletildiği, köylerde sırf Kürt oldukları için erkeklerin kendi kadınlarının önünde anadan üryan soyulup sıraya dizildiği, Kürt olmanın bedelininin aşağılanmak, işkence ve ölümle ödetildiği günlerden Kürt hassasiyetini taşıyan, Kürt siyasi hareketinin yasal temsilcisi olan bir siyasi partinin liderinin cumhurbaşkanlığına aday olduğu günlere geldik.
Dün Ümit Fırat'ın bir yazısından söz etmiş ve alıntı yapmıştım
Fırat'ın o yazısındaki giriş cümlesi de dikkat çekiciydi:
(Yazıya) 'Bağımsız ve Birleşik bir Kürdistan'da demokratik bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai olarak sınıfsız toplumu gerçekleştirmek' tezinden, TC Cumhurbaşkanlığı Adaylığına Uzayan Serüveni olarak başlık yazmak isterdim...'
Bu ifadelerin ardındaki çıplak gerçek Türkiye'nin aldığı yolun, Kürt sorununun çözümündeki umudun ve demokrasinin geldiği aşamanın altını çiziyor.
Madalyonun elbet iki yüzü var.
Doğrudur bugün Kürtler, parti kurarken hala kimi sınırlamalara tabiler. Hala Kürt sorunu can alıyor, hala binlerce tutuklu hapishanelerde yatıyor, hala devlet bölünme paranoyasıyla Kürtlere yönelik uygulamalarda özel bir hassasiyet taşıyor. Hala faili meçhul cinayetler, kayıplar, yüzleşme meselesi ortada duruyor.
Ancak bir o kadar doğru olan husus, Kürtlerin, Kürt olarak, kimliklerini koruyarak Türkiye siyasetinde yer almaları, dahası yeni Türkiye'nin kurucu aktörlerinden birisi olmaya yüz tutmalarıdır.
Kürtler bugün tek tek, örgütler ve partileri üzerinden bağımsız devlet, federasyon, özerklik, yerel yönetimlerde yetki arttırımı gibi konularda taleplerini söyleyebilmekte, dahası Türkiye'nin geleceğinde yer alma arzusuyla siyaset yapmaktadır.
Gezi olaylarına aktif katılımı teşvik etmeyerek hadiselerin farklı bir yere evrilmesine müsaade etmeyen, 17 Aralık dalgasında gayri meşru yöntemlerin karşısında, uğradığı saldırının siyaset dışlığı oranında da hükümetin dolaylı olarak arkasında duran BDP olmuştur. Bu tutumuyla Kürt siyasi hareketi hem istikrarı kollayan ve istikrarı dolaylı sağlayıcı konumda olmuş, hem sistem krizinin karşısında AK Parti'yi eleştirmekten geri kalmadan ilkesel bir tavırla duran tek muhalif parti olarak ortaya çıkmıştır.
Bugün ise AK Parti'nin lideri Tayyip Erdoğan karşısında alacağı oylarla dengeleri etkileyebilecek Türkiye'nin muhalefetinin merkezine oturma iddiasında bir siyasi partidir HDP.
Bir Kürt milletvekilinin, Kürt sorununun taşıyıcısı olan bir parti başkanının cumhurbaşkanlığına aday olmasının anlamı büyüktür.
Özellikle görmek gerekir.
Ve bilmek gerekir ki, bunda Kürtlerin mücadelelerinin büyük payı vardır.
Ancak son 10 yılın öyküsü, iktidar, siyaset mekanizmasının tavrı, toplumun beklentisi ve dönüşümü de önemli bir rol oynamıştır.
Eksik demokrasimizde bu bir demokrasi öyküsüdür.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.