• BIST 9367.77
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 8 °C
  • Diyarbakır 6 °C
  • Ankara 10 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 0 °C

Kürtlerle kardeş olmak

Hilal Kaplan

Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. (Hucurat, 10)

Osmanlı döneminde, modernleşmeyle beraber merkeziyetçi hale getirilmeye çalışılan idarî biçime yönelik istisnaî isyan hareketleri dışında, özellikle Nakşibendi-Hâlidî şeyhlerin Kürdistan bölgesinde otorite boşluğunu doldurmasıyla beraber büyük sorunlar yaşanmadı. Millî Mücadele süreciyse, tüm ayrılıkları bir yana koyarak, İslâm ortak paydasından hareketle Müslüman tebaanın çoğunluğunu bir araya getirip kenetlemişti.

Ne var ki Cumhuriyet dönemiyle beraber, bambaşka bir sürece girilmişti. Hilâfet makamının ve toplumun İslâm kimliğinin muhafazası, Millî Mücadele'ye katılım sebeplerinin başında geliyordu. Bu minvalde, Hilafet makamının lağvedilmesi ve Şapka Kanunu veya ezanın Türkçeleştirilmesi gibi bir müstemleke valisinin bile cesaret edemeyeceği uygulamalara girişilmesi, Müslümanlarda bir ihanete uğramışlık hissiyatı yaratmıştı. Zira Millî Mücadele'ye canları ve mallarıyla cihad ederek katılan kitlelere sunulan kavil bu değildi. Hilâfetinin lağvının birinci yıl dönümüne denk gelen Şeyh Said isyanı, bozulan akte verilen bir tepkiydi.

Ancak o günlerden bugüne gelene dek, Kürtlerin davasının İslâm eksenli oluşu, belirgin şekilde devam etti. Bölgedeki kanaat önderleri, ağırlıklı olarak molla ve şeyhlerden oluşuyordu. Her ne kadar 49'lar hareketiyle ve özellikle Türkiye İşçi Partisi'yle beraber sol eksenli düşünceler itibar bulmaya başladıysa da 90'lara kadar Müslüman temsili olan hareketlere teveccüh varlığını korudu.

Millî Nizam Partisi - Millî Selâmet Partisi - Refah Partisi çerçevesinde Millî Görüş çizgisine yakın partilere ilgide hissedilen bu yoğunluktaki önemli azalma noktalarından birisi, bölgedeki tabandan çok diğer bölgelerdeki örtük/açık milliyetçilikleri toparlama amacıyla RP'nin 1991 seçimlerinde Milliyetçi Çalışma Partisi'yle (namı diğer MHP) girdiği ortaklık olacaktı. Bu seçim, bölgede PKK'ya mesafeli olan ama destekleyecek bir adres arayan Müslümanları ikilemde bıraktı. CHP listelerinden meclise giren HEP'li adaylarla beraber, ucu BDP'ye dayanan başka bir sürecin kapısı açılmış oldu.

Yine 1990'lı yıllardaki Olağanüstü Hal uygulamalarıyla, ülke hukukî ve idarî olarak âdeta ikiye bölündü. Bölgedeki faili meçhuller, köy boşaltmalar, zorunlu sürgünler, devlet ile PKK arasında sıkışmış olan kitleleri PKK çizgisindeki hareketlere kaydırdı. PKK'lı olmayan halka da PKK'lı muamelesi yapıp zulmeden devlet, PKK'ya hem dağ kadrosunda hem de sandıkta 'insan kaynağı'nı kendi elleriyle sunmuş oldu. Aynı süreçte Fırat'ın batısındaki Müslümanların önemli bir kısmı da hem sağlıklı bilgi sahibi olmamaktan hem sorunun üstünü örten PKK şiddeti sebebiyle, hem de devletin militan laikçi politikalarına maruz kalmaktan ötürü kendi dertleriyle uğraşmaktan yeterince aktif bir öznellik sergileyemediler.

Ak Parti'yle beraber yeni bir sayfanın açılacağı ümidi doğmuş oldu. Ne var ki, seküler temsili gittikçe ağır basan aydın ve hareketlerin Başbakan Erdoğan ve hükümetine güvensizliği devam ediyordu. Başbakan Erdoğan ve hükümet üyeleri 2005 yılında Avrupa Birliği ile sözleşme imzalamak için Bürksel'e giderken, 300 kadar Kürt aydının imzasıyla gazetelere verilen ilan 'Türkiye'yi AB'ye almayın' diyerek Avrupa'ya sesleniyordu. Hâlbuki AB reformlarının birinci elden etkilediği meselelerden birisi Kürt meselesi olacakken, böylesi bir çağrının yapılabilmiş olması mezkûr güvensizliği hükümet kanadında da pekiştirdi. Ayrıca yine aynı sene, Başbakan Erdoğan'ın güçlü devletlerin yeri geldiğinde özür dilemesi gerektiğini söyleyip meselenin adını 'Kürt sorunu' olarak koyduğu o meşhur mitinge de yine PKK'nın getirdiği sınırlamalar sebebiyle katılım az olmuştu.

Adı Kürt açılımından demokratik açılıma, oradan da Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi'ne dönüşen atılım sürecinde din kardeşliği olgusu, ön plana çıkarılan söylemlerdendi. Ancak kardeşlik söylemini sivil aktörlerden ziyade devlet iktidarının sahiplenmesi, meseleyi topluma anlatmak bağlamında müspet bir tesir yaratabileceği kadar tam tersi bir tesire de yol açacaktı. Aşırıya kaçan KCK tutuklamaları, Pozantı Cezaevi'ndeki taciz rezaleti, cenaze erkanı dahil hemen her toplantıda kullanılan orantısız polis gücü, Uludere'nin hâlen aydınlatılmamış olması, tüm ailelere tazminat ödenmiş olmasına rağmen kurbanların hâlen terör şüphesiyle beraber anılması gibi hatalar da BDP'ye bunları kardeşlik hanesine eksi olarak yazma imkânı sağladı.

Bu söylem, BDP'lilerin dillendirdiği 'Kardeşlik kapısı kapandı' iddiasıyla zirve noktasına ulaşmış bulunuyor. Ak Parti'nin geçen yazımızda analiz ettiğimiz Zerdüştlük çıkışlarını ters köşeye yatırma manevrası olarak okuduğum bu çıkış, sadece halkların birarada yaşama iradesini hiçe saymıyor. Aynı zamanda meselenin tamamen seküler bir zemine taşınarak tartışılmasına kapı aralıyor. Nitekim bugün İslâm'ı yaşamak noktasında oldukça takva sahibi olduğuna inandığımız hareketler bile bu söylemi benimseyerek verilen mücadelenin İslâm'la hiçbir ilgisi olmadığını öne sürebiliyorlar. Devletin din-devlet işlerinin ayrılabileceği illüzyonuna dayandırdığı laiklik söylemini, Kürt meselesi bağlamında tekrar üreterek 'Din ile Kürt meselesi ayrıdır' noktasına rahatlıkla savrulabiliyorlar. Bu tehlikeli gidişata dur demek, tüm ülke Müslümanlarının boynunun borcudur. Bu minvalde konuyu, Ak Parti ile BDP arasındaki bir mücadele düzleminden çıkarıp, inisiyatif almak şarttır. Kardeşlik hukuku bunu gerektirir.

  • Yorumlar 7
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89