Askerlerle, polislerle, özel harekatçılarla, tanklarla, toplarla kuşatılan, gelmekte olan katliam “önceden” haber verilerek ellerinde çek çek çantalarıyla öğretmenleri ilçeden “tahliye” edilen, elektrikleri kesilen, daha önce hoyratça saldırıya uğrayan Cizre’den on beş saniyelik bir görüntü izledim, karanlık bir köşebaşında Kürt kadınları, yaşlısı genci, yaklaşan ölüme aldırmadan halay çekiyorlardı.
Ölümü, saldırıyı, kapı kapı dolaşıp insanları kafalarından vuran “timleri”, duvarlara “kurdun dişine kan değdi” yazan “Esadullah”çıları bilen kadınlar onlar, daha geçenlerde uzun bir evden çıkma yasağının kanlı dehşetinde on yaşındaki bir kız çocuğunun cenazesini derin dondurucuda günlerce saklamak zorunda kalan bir halkın kadınları.
Haydari Kampı’ndaki bir sahne geldi aklıma… Hep o sahne aklıma gelir zaten.
Naziler, Yunan direnişçileri bir uçurumun kenarında kurşuna dizmeye götürürler, direnişçiler yanyana dizilirler, sonra birbirlerine sarılıp sirtaki çekmeye başlarlar ve oynayarak birer birer o uçurumdan atlarlar.
Kuşatılmış, elektrikleri kesilmiş, karanlık bir kasabada, kimi öldüreceği bilinmeyen ama birilerini mutlaka öldüreceği bilinen bir saldırıyı beklerken, loş köşebaşlarında halay çekenlerin, korkunun bizzat kendisini korkutup kaçıracak bir cesaretle gülümseyenlerin, öyle bir “uçurumla” karşılaştıklarında oynayarak oradan atlayabileceklerini düşündüm.
Çoğu yaşlı olan o kadınların inancına, inadına, cesaretine hayran kaldım.
Her şeyden vazgeçtim ama şu sorunun cevabını verin bana, tanklarıyla, toplarıyla, mitralyözleriyle saldıracakların yanında mı yoksa beyaz tülbendini başına sarmış, halay çeken kadınların yanında mı olmak istersiniz?
Böyle bir tercih yapmak zorunda kaldığınızda tercihiniz nedir?
Ben halay çeken kadınlardan yanayım.
Onları öldürenlerden ve öldürecek olanlardan değil.
“Gitmeseniz de görmeseniz de” orada bir halk var ve bu kadar rahat öldürdüğünüze göre o halk sizin halkınız değil.
Şimdi, “genç çocuklar oraya hendek kazdı, PKK özyönetim ilan etti, hangi devlet buna göz yumar” laflarını edeceksiniz.
Tamam bunları biliyorum, bizim neler söylememizi istediğinizi biliyorum.
Ama daha korkunç bir gerçeği de biliyorum.
İktidar partisi “ateşkesi” çıkarına uygun bulduğunda o bölgede tek bir kişinin bile öldürülmediğini, iktidar partisi oy kazanacağını düşündüğünde ise Kürtlerin onlarla, yüzlerle öldürüldüğünü biliyorum.
Utanç verici, ahlaksız ve insafsız gerçek bu.
Neden orada 7 Haziran’dan sonra savaş çıktı?
PKK manasız, gereksiz, akıldışı bir eylem yaparak iki polisi öldürdü.
Ama aynı PKK önceki yıl da gencecik bir astsubayı hamile karısının yanında vurmuştu, savaş çıkmamıştı.
IŞİD, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da yüzlece kişiyi bombalarla parçalayarak öldürdü, IŞİD’le de savaş çıkmadı.
Uçaklar, IŞİD’e üç bomba atıp PKK’yı bombalamaya koyuldu.
Neden?
Çünkü siyasi iktidar, Kürt düşmanlığını tek mesele haline getiren milliyetçilerin oylarını alıp seçimleri yeniden kazanmak istedi.
Ölen onca insan, bir siyaset kumarının kurbanları.
Kürtler bunu bilmiyor mu?
Kaderlerinin tek bir emirle değiştiğini, değişebildiğini görmüyor mu?
Hangi halk, tek bir adamın iki dudağının arasından çıkan bir sözle kaderinin belirlenmesine razı olur?
Bu katlanılacak bir zillet mi?
Bir partinin işine gelecek “barış süreci” diyecek, işine gelecek “savaş süreci” diyecek.
Ve insanlar, kadını, erkeği, çoluğu çocuğu tek emirle öldürülecek.
Bugünlerin günahını hiç Kürtlerin sırtına yıkmaya kalkmayın.
Yıllar önce, “barış süreci” başlayıp da iktidarın hempaları, istihbaratın medyadaki adamları “demokrasi olmadan barış olur” vaveylalarına başladığında, “barış perdesi” altında inanılmaz bir faşizm yığınağı yapıldığında, bugünleri gören birkaç kişiyle birlikte ben de defalarca yazdım “demokrasi” olmadan barış olmayacağını, “demokrasisiz barış” sahtekarlığının çok daha büyük bir savaşa yol açacağını, bu kez savaşın şehirlerde yaşanacağını…
Bunu bilmek için alim olmaya gerek yoktu, neyin geldiği belliydi.
Demokrasi müessese demektir, müessese olmayınca barışı üstüne yerleştireceğiniz bir kaide bulamazsınız, bir adamın iki dudağının arasına sıkışır kalır, bir bakarsın ki “barış” savaşa dönüşmüş.
Neden “barış sürecinde” demokrasiyi inatla reddettiniz?
Neden barışla demokrasi kavramlarını ısrarla birbirinden ayırdınız?
Neden barışı “başkanlıkla” özdeşleştirmeye uğraştınız?
Barış sözcüğünün büyüleyici gücünün ardına saklanıp “tek parti” rejiminin altyapısını hazırlayabileceğinizi, “başkanlığı” hayata geçirebileceğinizi düşünüyordunuz.
Neden savaş, “seni başkan yaptırmayacağız” lafının ardından geldi?
Çünkü oyun o lafla bitti.
Çünkü Kürtler parti halinde seçimlere katıldı ve sizin tek başınıza iktidar olmanızı önledi.
Siz de Kürtleri öldürmeye başladınız.
Seçimleri bu sefil cinayetlerle kazandıktan sonra şimdi de gelecek yıl yapılacak referandumu kazanmak için öldürüyorsunuz.
Bugün yaşanan içsavaşın, katliamların, kuşatmaların, çatışmaların hikayesi bu.
Şimdi iktidarın bu kanlı oyununu görmememizi, bütün günahı Kürtlerin sırtına yıkıp pirüpak bu işin içinden çıkmamızı, öldürülen Kürt çocuklarına aldırmamamızı istiyorsunuz.
O çocuklar, “uzaklarda” bir yerde öldürülüyorlar, o çocuklar, o kadınlar, o bebekler Kürt, o zaman ölümlerine aldırmayın hatta sevinin.
İktidarın Türklere “emri” bu mu?
O zaman, vicdanını iktidarın emrine verenlere, ölenler Kürt olunca susanlara kötü haberi vereyim.
Kürt halkının üstüne böyle yığıldığınızda, Güneydoğu’daki bütün şehirleri cehenneme çevirdiğinizde savaş orada kalmaz.
Bir fizik kuralı gibi ordan böyle şiddetle bastırdığınızda, bastırdığınız güç başka bir yerde, büyük ihtimalle de Batı’daki büyük şehirlerde patlar.
Şehir savaşları ülkeye yayılır.
Bu, nefreti ve düşmanlığı körükler ve korkunç sonuçlar yaratır.
İktidarın şu anda yaptıklarının yakın gelecekteki sonucu bu.
Bunu istiyor musunuz gerçekten?
Hadi vicdanınız yok, aklınızı da mı kaybettiniz?
Diyarbakır’ın mahalleleri, Şırnak’ın ilçeleri top ateşine tutuluyor, insanlar bombalanıyor, şehirler boşaltılıyor.
Kendi şehirlerini top ateşine tutan hangi iktidar başarıya ulaştı ki AKP ulaşsın?
Öğretmenleri kurtarıp onların küçüçük öğrencilerini tehlikenin kucağına atan hangi iktidar ayakta kaldı ki AKP kalsın?
Güneydoğu her gün biraz daha içsavaşa yaklaşıyor.
Bu savaş orada biraz daha körüklendiğinde bütün ülkeye yayılacaktır.
Şu anda ilgisizce izlediğiniz Güneydoğu’daki korkunç olaylar aslında kendi geleceğiniz, sadece bunu henüz bilmiyorsunuz.
Türkiye derhal barışa dönmek zorunda.
2016’da yapılacak bir “başkanlık” referandumuna Güneydoğu’yu yakarak, Kürtleri öldürerek gitme planı bütün bu ülkeyi yakar. Şu anda içinde kıvılcımların uçuştuğu bir evde oturuyoruz hepimiz, o kıvılcımların perdeleri ne zaman tutuşturacağını, ne zaman bütün evi yakacağını bilmiyoruz ama kıvılcımlar uçuşuyor.
Barışa hemen dönülmezse, o kıvılcımlar bir yangın olacak.
Üç yıl önce bugünlerin geleceği nasıl belli olduysa, bugün de üç yıl sonra neler olacağı belli.
Üç yıl önce sizi uyaranlara hiç aldırmadınız, bugün de aldırmazsanız, üç yıl sonra “ben demiştim” diyebileceğimiz bir hal bile kalmayacak.
Kuşatma altında halay çeken kadınları yenemezsiniz, kaderi bir insanın iki dudağı arasına yerleştirilen bir halkın bu aşağılanma karşısında duyduğu öfkeyi yok edemezsiniz, camileri, okulları bombalayarak, şehirleri boşaltarak bu sorunu çözemezsiniz.
Sorunu büyütürsünüz sadece.
Büyütüyorsunuz da zaten.
Türkiye barışı ve demokrasiyi bulmak zorunda.
Hemen bulmak zorunda.
Barış “başkanlıktan” çok daha önemlidir bu ülkenin geleceği için.
İstanbul’un mahalleleri de top ateşine tutulmaya başladığında çok geç olacak.
Bunu aklınızdan hiç çıkarmayın. (Haberdar)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.