İstifa eden paşalar, şimdilerde muhtemelen tatile çıkmaya hazırlanırken, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun tatilini kesip Ankara’ya gelmesine değmedi doğrusu.
O daha Ankara’ya varmadan sorun çoktan hâl yoluna girmişti bile.
İstifalara, ne borsadan, ne halktan ne de bir zamanlar “rahatsızlıkları” apoletli medyanın manşetlerine taşınan genç subaylardan bir destek geldi.
“Genç subaylar rahatsız” manşetleri atacak, Balbay ayarında gazeteci kalmamış olması da değil mesele, genç subaylar cephesinde bambaşka bir durum var.
Çoğu gerçekten yurtsever duygularla dolu bu insanların 250 üst düzey komutanının, darbe planlamak ve andıçlar düzenlemekten yargılanan bir ordunun mensubu olmaktan pek de onur duymadıklarını tahmin etmek zor değil. Okumanızı tavsiye ederim, Dün Yeni Şafak’ta yer alan, Emre Uslu - Murat Aksoy röportajı bu bakımdan son derece önemli bilgiler, yorumlar içeriyor.
İstifalar krize dönüşmeyince, medyamıza hüzün çöktü.
Orduyu da CHP’yi de malum çizgide tutmaya çalışan medya tam bir hayal kırıklığı yaşıyor.
Yine de, yazılıp çizilenlere bakılırsa, apoletli medyanın, hayal kırıklığı ve hüznü bir kenara koyup, kısa sürede gerçeğe uyanmasını beklemek boş bir umut değil artık.
Bana kalırsa çok geçmeden malum medya apoletlerinden kurtulmaya çalışacak.
Ve Mehmet Ali Birand’ın, artık kapanmakta olan bir döneme ayna tutan yazılarının kıymeti daha iyi anlaşılacak.
Kâbustan uyanmak gibi bir şey henüz söz konusu olmasa da, “Toparlanma” yazıları çoktan yazılmaya başlandı bile.
Ama bir yandan da, CHP’yi yarı yolda bırakmaya hazırlanıyorlar sanki..
Bir bakıma kendisi de malum medyanın mağduru olan CHP (Buna bilumum İttihatçı Sol tayfayı da ekleyebilirsiniz, hiç mahzuru olmaz) ve Kürt muhalefeti, istifaların bir dönemi sona erdiren mahiyetine bir türlü inanmak istemiyor.
Kılıçdaroğlu Avrupalılara da şaşırıyor, Avrupalıların, belki de İrlanda barış sürecindeki “Hayırlı Cuma” kadar önemli buldukları bu Türk usulü “Hayırlı Cuma” istifalarını, demokrasinin ilerlemesi olarak görmelerine hayret ediyor!
Farkında değil tabii, Türkiye’yi de, dünyayı da her attığı adımla hayretler içinde bırakan bizzat Kılıçdaroğlu ve partisidir.
CHP, paşaların istifaya zorlandıklarına inandırmaya çalışıyor bizi.
Oysa gerçekle bir alakası yok bunun. “Hayırlı Cuma” istifalarının sebebini en iyi CHP bilir. Ama bilip de bilmezlikten geliyor, eskilerin deyimiyle tecahül-i arif yapıyor yani..
Işık Koşaner, Ergenekon ve Balyoz davalarında tıpkı CHP gibi, “umumi af” istediği ve bu isteği yerine gelmediği için istifa etti.
Onlarca generali, subayı; hükümeti devirmek ve demokrasiyi sona erdirmek için on yıl yeraltında mesai yapan bir ordunun Genelkurmay Başkanı, bu gerçeği görmüyor da, çorbanın bir liraya içildiği orduevlerinde ve denize sıfır askerî dinlenme tesislerinde, başı dik dolaşmak adına, ordunun özerkliği devam etsin talebinde bulunuyor.
Bu istifaların yol açtığı gelişmeyi CHP’nin anlaması çok zor.
Hiç kimse, önümüzdeki dört yıl için genelkurmay başkanı olacak generalin bu ülkede ismi hatırlanacak son general, son genelkurmay başkanı olacağını CHP’ye anlatamaz..
Hiç kimse CHP’ye, bir yıl sonraki yaş toplantısını bu ülkede artık kimsenin merak etmeyeceğini anlatamaz.
Anlatacak birileri bulunsa bile, bunun bu saatten sonra CHP’ye bir faydası olur mu o da şüpheli..
CHP anlatılanlara inanacak, Kürt politikasını değiştirecek, yüzünü Silivri’den Hakkâri’ye, Brüksel’e, Meclis’in anayasa gündemine dönecek!
Geçmiş olsun, bu artık mümkün değil!
***
Toplumların yaşamında bir dönemi kapatan değişim anlarının ortaya çıkması ve yıllar yılı o değişim anlarını beklerken yaşlanıp ömrü biten insanlar arasında ortak bir heyecan yaratması çok normaldir.
“Hayırlı Cuma”dan bu yana, kendi adıma bu heyecanı yaşıyorum.
Ve bu heyecanın yaşanmasında büyük katkısı olan herkese, ama özellikle de Başbakan Erdoğan’a ve Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’e teşekkür ediyorum.
Hayatları boyunca damdan düşmemiş olanlar değil, ama darbe dönemlerinde, damdan düşenler, yani Metris’te, Mamak’ta, Diyarbakır Beş Nolu’da işkenceden geçenler, bir şafak vakti asılan arkadaşlarının ardından yürekleri yananlar bu heyecanın ne menem bir heyecan olduğunu anlayabilirler..
Yaşı müsait olanlar iyi bilir. Bu memlekette, sivillerle herhangi bir şekilde anlaşmazlığa düşmüş generaller, genellikle namlunun ucunu göstermek, o yetmiyorsa darbe yapmak yoluyla bu türden anlaşmazlıkları hâl yoluna sokarlardı. Usul ve gelenek buydu ve siviller arasında başka bir yol olabileceğini aklından geçirenler, hiç iflah olmazdı; ama bu gibi durumlarda şapkasını alıp gidenler Stefan Zweig’in Fouché’si gibi her dönemde muktedir olmayı ve siyasette kalmayı başarıyorlardı.
Geçmişte, Özal gibi ezkaza askerlere “homurdanmış” liderlere bile sivil siyasetçiler ve halk fazla güven duymadı. Bu azıcık homurdanmayı bile “asker-sivil” oyununun yeni bir versiyonu gibi gördü.
Oysa Özal’ın sivil bir inisiyatifle Kürt sorununu çözmeyi amaçlaması, askerî vesayeti daha o yıllarda sona erdirecek olan bir adımdı. Özal fedakârca davrandı, hayatını ve siyasi kariyerini risk etti.
Kanaatime göre devleti iyi tanıyordu, Kürt savaşında ne olup bittiğinin farkındaydı.
Başarısız kalması halinde giriştiği işin, hayatına mal olabileceğini de bilmiyor olamazdı..
Özal başaramayınca, askerî vesayet Kürt sorunu üzerinden yola devam etti.
Ama bu başarısız deneyin Kürt tarafına da ciddi bir uyarı anlamına geldiği açıktı.
Celal Talabani Öcalan ve Özal arasında gidip gelirken, PKK, Hakkâri-Taşdelen Karakolu’nu 600 kişiyle bastı. 27 asker ve 40 PKK’li hayatını kaybetti. Bu Bingöl katliamından önceydi. Özal Taşdelen Karakolu baskınına çok öfkelendi. Öcalan Şam’da görüştüğü Celal Talabani’ye bu baskından haberi olmadığını, soruşturacağını söyledi. Ordu ve ordunun PKK içindeki uzantıları, Taşdelen ve Bingöl hadisesinden sonra, Öcalan’a “sivillerle muhabbeti kes, senin her türlü muhatabın biziz” demek istiyordu.
Öcalan İmralı’ya getirildiğinde, asker olmadan Kürt meselesinde hiçbir çözüm şansının olmayacağına inanıyordu. Savunmalarını ve söylemlerini bu paradigmaya oturttuğu açıktı.
Dahası, İmralı sistemi Ergenekonculardan soruluyordu ve Öcalan’ı getirip Ergenekoncuların ortasına attılar.
Öcalan’ın bütün siyasi analizlerinde görülebilecek olan orduya ve askere olan inanç, İmralı’da ikiye katlandı.
Şimdi AK Parti ve Erdoğan bu tarihi tersyüz etmeye çalışıyor..
Ama Kürtler buna inanamıyor bir türlü..
Ergenekon diyorsunuz, “Yeşil Ergenekon” var diyorlar.
Kürtler, Kürt siyasetini yolundan saptırıp, Ergenekon’un yedeğine sokanların tezleriyle idare ediyorlar.
“AK Parti orduyu ele geçirdi” diye demeçler veriyor, komutanların istifasını NATO’nun bastırmasına bağlıyorlar!
CHP sittin sene değişmesin, hiç bir hükmü olmaz bunun. Ama aynı şey BDP-PKK hattı için geçerli değil. Kan akmaya devam ediyor çünkü..
Zamanın değiştiğini, bu değişimin farkına varılmazsa Kürt siyasetinin gücünden ve itibarından çok şey kaybedeceğini, PKK’ye, Öcalan’a ve BDP’ye anlatmalı.
Peki, kim anlatacak derseniz, inanın onu gerçekten ben de bilmiyorum.
Liberallere, sol-liberallere, AB’ye, Barzani’ye, Talabani’ye, Beşikçi gibi gerçek Kürt dostlarına, demokratlara ve solculara değil, İttihatçı mütefekkirlere, “Otobanlar sizi imha etmek için yapılıyor” diyen hatunlara inananların veya inandırılmış olanların, yıllar sonra başka bir şeye inanması o kadar zor ki..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.