Hiç kenar süsü yapmadan doğrudan meseleye girmek istiyorum. Bu ülkede öyle bir gazeteci kitlesi var ki kendilerini Kürtlerin vazgeçilmez antrenörü olarak görüyorlar. Bu da yetmiyor; Kürtlerle- Türkler ve Kürtlerle- hükümet arasında hakemliğe soyunuyorlar. Bu kulvarda epey taraftar topluyor, önemli bir kariyer gücü elde ediyorlar.
Medyamız da bu eğilime destek oluyor. Özellikle televizyon programlarında bu gazeteciler, Kürtler adına konuşturuluyor... Kürtlerin ne istediklerini, neye bozulduklarını, neyin onlar için kötü veya iyi olduğunu anlatmak onlara düşüyor. Çünkü medya, ne yazık ki biz Kürtlere tercüman olma vazifesini, bu insanlara vermiş.
Bu sistem geçmişte belki işliyor ve her iki tarafın da işine yarıyordu. Ama bence artık bu gidişata bir son verilmesinin zamanı geldi. Çünkü bu gazeteciler biz Kürtlerin ne istediğini bizden daha iyi bilir hâle geldiler. Hatta öyle geldiler ki Kürtleri ve Kürt siyasetçilerini de etkileme, yönlendirme, manipüle etme çabası içine girdiler.
Bu durumun nasıl barış sürecini yaralayan bir krize dönüşebileceğini en son Diyarbakır buluşmasında gördük. Bu kraldan çok kralcı gazeteciler öyle bir tablo çizdiler ki BDP’li politikacıların Diyarbakır toplantısına destek vermeyerek sabote edeceklerini bile düşündük. Ancak gördük ki BDP’li politikacılar bu gazetecilerden çok daha makul ve uzlaşmacı bir tavır sergilediler... Barış neyi gerektiriyorsa yapmaktan sakınmadılar... Başbakan’la da Barzani’yle de biraraya geldiler... Sonuçta ortaya çıkan pozitif tablo hepimizi duygulandırdı, ağlattı, sevinç yarattı.
Ancak gelin gürün ki sözünü ettiğim gazeteciler, yazılarına, ‘iyi’ diye başlayıp ‘ama’... ‘ama’ ve ‘ama’larla devam ettiler.
Onlara göre Başbakan’ın ‘Kürdistan’ demesi iyiymiş de Barzani’nin orada ne işi varmış, çünkü Barzani Rojova’ya kapılarını kapamış... Barış mesajları iyiymiş de barışın iç Kürtlerle yapılması gerektiği unutulmamalıymış... Orada barışın kurucularından Öcalan’ın ismi neden anılmamış... Şivan’ın 37 yıl sonra vatanına gelmesi iyiymiş de hükümet politikalarına alet olması pek iyi olmamış...
Naif bir başbakanımız olsa bu yazıları okur ve ben ne yaptım diye oturup bileklerini bile kesebilirdi. Ancak Başbakan da halkın önemli bir kısmı da bu ağır oturup ağır kalkan ama son derece olgunluktan yoksun gazetecilerin düz analizlerine kulak asmadılar.
Bu yarı cahil gazeteciler, barış konusundaki politik stratejiyi düz ovada ilerleyen bir yol zannediyor olabilirler. Oysa politik strateji bir televizyonun arka kapağını açtığınızda gördüğünüz manzara gibidir. Farklı faktörleri devreye sokmanız, aralarındaki senkronizasyonu sağlamanız gerekli. Diyarbakır buluşması gibi... O buluşma, yumurtayı oracıkta tavaya kırmak ve oturup yemek için yapılmış bir son hamle değildi elbet... Hamlelerden sadece biriydi... Barışın koşullarını güçlendirmek ve bugüne kadar attığınız adımları mayına basıp yok etmemek için dikkatle ilerlemek şart.
Diyarbakır buluşması Kürtlere yönelik zihniyet dönüşümü sağladığı için çok başarılıydı. Gerisi gelecektir. Zaten bu işlerde asansör yok, barışa hep birlikte merdivenle çıkacağız; hazmede hazmede, inana inana...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.