–Kürt sorununun çözümünde Öcalan ve Burkay’ın rolü ne kadar belirleyicidir? Sorunun çözümünde muhataplık sorunu var mıdır?
Türkiye görebildiğim kadarıyla çözüm için muhataplık fikrinden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor. PKK’yle sonuna kadar savaşma tercihi nedeniyle değil, Kürt sorununu, Kürt tarafın gördüğü ve anladığı gibi, bir “ulusal sorun” olarak görmek istemediği için.
Hükümet, sorunu bir demokrasi meselesi olarak gördüğü için demokratikleşmede ilerleme sağladıkça, (siyasi manada) bir muhataba daha az ihtiyacı olacağını düşünüyor. Burada sorun gelip silahsızlandırmaya dayanıyor ki, hükümet bunun için bir diyaloga girmeyi benimseyebilir. Ama silahsızlanma karşılığında “talepleri müzakere” etmeyi kabul edeceği şüpheli. Oysa PKK hâlâ muhtemel bir müzakere sürecinde en büyük kozunun silahlı mücadele olduğuna inanıyor.
Açmaz tam olarak burada.
Hükümet de bu açmazı, demokratikleşmede adımlar atarak aşmaya çalışacak.
PKK, süreci, silahlı mücadeleyle boşa çıkarmaya çalışırsa, PKK’ye karşı savaşacak, ama bu sefer, “savaş şikesi” söz konusu olmayacak.
Kürtçenin seçmeli ders olması, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabul edilmesi, ve yenisi yapılamayacaksa, geçici bir anayasa siyasal iklimi alabildiğine rahatlatır, demokratik süreç devam eder.
Ama muhataplık ve diyalog meselesinde kayda değer bir gelişme de olmaz.
Oslo görüşmelerinin başarısızlığa uğraması Türkiye’yi ve hükümeti yeni bir tercihe zorladı. Hükümet bu sürecin sonunda bir değil, karşısında iki belki de dört muhatabın olduğunu, ve bu muhataplar arasında ortak bir mutabakatın olmadığını gördü. PKK, Öcalan, BDP ve Avrupa. Bu farklılık, aşılabilir mi? Sanmıyorum. Açlık grevlerini sona erdirin talebi geldi Öcalan’dan ama Karayılan buna ancak açlık grevi yapanların karar verebileceklerini açıkladı. Bu dahi Öcalan’a gösterilen toleransın çok sınırlı ve her an müdahaleye açık bir tolerans olduğunu gösteriyor. Öcalan da bunun farkında ve çok temkinli davranıyor, “sürecin hassasiyetini” hatırlatmakla yetiniyor. Bu durumda Öcalan’ın çözüm için taşıdığı önemi yadsımamakla beraber, hükümet ve kamuoyu nezdinde siyasi itibarından epey şey kaybettiğini düşünüyorum.
Öcalan, bu prestij kaybını telafi edecek politikalar izleyebilir mi?
Bunu yapabilmesi için, Türkiye’de artık ordunun siyasetin egemen gücü olmaktan çıktığını anlaması gerekir. Eh biraz daha geriye gidip, partisini, son otuz yılın politikalarıyla yüzleşmeye, iç infazlar ve katliamlar için özür dilemeye davet eder ve kendisi de bir başlangıç yaparsa, Kürt toplumunda PKK-BDP hattına, yeni bir güven gelebilir.
Burkay’a ise –sanılanın ve bazı iddiaların aksine– ne toplumun ne de hükümetin böyle bir rol biçtiği yönünde ciddi herhangi bir emare görünüyor. Sayın Burkay, bir Kürt siyasetçi ve son otuz yıl içinde aktif bir siyasetin içinde olmadı. Geçenlerde, HAK-PAR’a üye oldu, belli ki aktif siyaset yapmak niyetinde. Oynayabileceği rol konusunda kesin bir şey söylemek için henüz çok erken. Zaten o da net bir şey söylemekten kaçınıyor.
(Bu cevaba ilave bir not: BDP-PKK hattının siyasi muhatabına ve Türkiye’ye güven vermesi, Kürtlere güven vermesinden geçiyor. Bu güven legal-meşru siyasetin, illegal yapılara karşı “özerk”leşmesi demektir. Fakat Kürt sivil siyasetinin “özerkliği” meselesi genellikle çarpıtılıyor ve basitçe BDP’nin PKK’yle arasına “mesafe” koyması talebi olarak sunuluyor. “Mesafe” muğlâk bir kelime ve sorunun özünü gizlemekten başka bir işe yaramıyor. “Mesafe” mümkün değil, ama “özerklik” mümkündür. Kürt sivil siyasetinin “siyasi özerkliği” PKK’yle arasına “mesafe” koyması anlamına gelmez. Bugünün koşullarında “siyasi özerklik” BDP’nin KCK’laşmasına karşı olmak ve KCK’nın, BDP’lileşmesi demektir.
Kürt hareketinde değişimi kabul etmek buradan geçiyor. Bu değişim olmadan, Kürt siyaseti, muhataplık ve diyalog söz konusu olduğunda, arzu ettiği yeni ve güçlü bir siyasi pozisyonu elde edemez.
Ama böylesi köklü bir değişimin kararını da BDP değil, ancak Öcalan ve PKK verebilir. Fakat bu böyle diye, BDP’nin tamamen pasif bir pozisyonda beklemesi gerekmiyor. Siyasi özerkliğini talep etmesi ve bunu gündemine alması gerekiyor. Bu arada Öcalan’ın silahlı güçleri yurtdışına çekme çağrısı kadar ve belki de ondan daha önemli olarak, KCK’nın Türkiye’deki faaliyetlerini sona erdirme çağrısı gerçekleşirse, yeni bir dönem başlar. Bu olmazsa, maalesef, “PKK’yle savaşırım, BDP’yle müzakere ederim” gibi, hiçbir sonuç vermeyecek bir sürecin içinden çıkılamaz, Öcalan İmralı’da, PKK dağda, BDP iki arada bir derede kalmaya devam eder.
AK Parti hükümeti ise, demokratikleşme reformlarını sürdürür. Ortadoğu’da, Kürtler’le yeni ilişkiler ve yeni ittifaklar kurar, mevcut ilişkileri daha da güçlendirir, çünkü AK Parti’nin Kürt kimliğinin Ortadoğu’da ve Türkiye’de yeniden inşasıyla bir problemi yok. Güney Kürdistan’a itiraz etmediği gibi, Esed sonrası Suriye’de Kürtler’e tanınacak herhangi bir statüye de itiraz etmez. Onu ilgilendiren statü değil, statünün kimin tarafından ve nasıl kullanılacağıdır. Kaldı ki, uzun vadede, “muhayyel Kürdistan’ın” gerçeğe dönüşmesinin, yani Kürtler adına bir devletin kurulmasının, ancak Türkiye’yle ittifak ederek ve çatışmasızlık temelinde mümkün olduğunun farkında olan bir parti varsa o da AK Parti’dir. Uzun ve kısa vadedeki Kürt politikası AK Parti’ye kazandırır, ama ona karşı mücadele etmek için Esed ve Türkiye’nin Kemalistleriyle beraber hareket eden BDP-PKK hattı yeni bir şey kazanmaz. PKK bu politikayı sürdürürse, Kürt siyasetçilerin düşündüğünün aksine, 40 milyon Kürt’le Başbakan Erdoğan’ın arasındaki mesafe değil, 40 milyon Kürt’le PKK’nin arasındaki mesafe giderek açılır.)
Perşembe günü devam edelim..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.