Kürtler demokratik özerklikle ne istiyor? (4) 'Kendi felsefemize göre hukukumuz olacak'
DTK Daimi Meclisi Üyesi, Hukuk Komisyonu Sözcüsü Cafer Kan, demokratik özerklik modelinde yargıyı ve lüzumlu yasal değişiklikleri anlatıyor.
Yeni anayasada, demokratik özerklik adına olmazsa olmaz dediğiniz maddeler neler?
Birincisi tüm etnik yapıların haklarının korunduğuna ilişkin belirlemeler olmalı. Ya tüm bu etnik ve kültürel yapıların hepsi isim isim zikredilir ya da haklarının korunduğuna dair bir ruh verilir, etnisiteden arınmış bir hukuksal metin ortaya çıkarılır. Vatandaşlık tanımı tamamen hukuka dayandırılır. İdari yapılanmanın düzenlenmemesi halinde, üniter yapı korunacaksa, çok da anlamı olacağını düşünmüyoruz. Yerinden yönetim, ademimerkeziyetçi bir yapılanmanın ortaya çıkması gerekli. Bu ikisi olsun, isterse iki maddeden müteşekkil olsun anayasa.
İlk maddeye dair tartışmalar ortada, yerinden yönetimle ilgili ikinci maddenize AK Parti nasıl bakıyor sizce?
Bence zımni bir uzlaşma var denilebilir. Şöyle... Hükümet, daha doğrusu devlet kendi kanadından bazı şeyleri yaparak geliyor. Kürt özgürlük hareketi bağımsızlık istediği dönemde de devletin bu tür çalışmaları vardı. Çünkü bu köhnemiş, dünyanın terk ettiği bir sistem. AB yoluna girerek kısmi olarak egemenlik devretmeye girdi. Keza birtakım uluslararası anlaşmalarla da öyle. İkincisi, ulus devletler pazarın oluşması temelinde gerçekleşmişti. Şu anda uluslararası sermaye duvarlar kalksın diye bastırıyor. Bu zaten objektif olarak gelişen süreç. Kürt özgürlük hareketiyse temsil ettiği halkların hakkını arama anlamında bunu zorluyor. Belki biri diğerinin geri kompartımanında ya da farklı duraklardalar ama açıkçası ikisinin yönü aynı. BM’nin Çocuk Hakları Bildirgesi’ne, bazı ILO sözleşmelerine, Yerel Yönetim Özerklik Şartı’na konan şartların hepsi Kürt özgürlük hareketinin varlığından kaynaklı. Yani Kürt hareketi olmasaydı, devlet zaten bunları imzalamıştı. Bu arada kritik bir belge gibi davranılıyor ama Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceler kalksa hiçbir şey olmaz. Çünkü orada tavsiyeler var sadece. O genellemelerin içini nasıl dolduracağınız, nasıl özgürlükçü tarzda işletileceği önemli. Öyle olmayacağı da kesin.
Kimi bizzat anayasaya aykırı olan antidemokratik yasalar temizlenmeden, daha doğrusu ‘demokratik’ olmadan özerkliğin, bu söz edilen 20-25 bölgedeki uygulamalarında yaratacağı zaaflar, hatta tehlikeler neler? Özerklik tek başına demokratikleşmeyi sağlamıyor.
Yetki yerele geçtiğinde ciddi sıkıntılar da olabilir. Rüşvetten imtiyazlara, bazı sosyal çevrelerin baskı yaratmasına kadar... Dediğinizi anlıyorum, eğri oturup doğru konuşmak gerekirse bir devrim gerçekleşmeden bu işin imkânı yoktur. Devrimler illa siyasi olmaz. Bu, sürece yayılmış sosyal bir devrim. Devleti yönetenler düşünüp halklarla, kültürlerle, mezheplerle, tarihimizle barışmamız gerekiyor demeli; ancak bundan sonra hukuka yansıyan boyutu topluma doğru bir demokratikleşme yaratabilir. İşte biz de bu arada kendi hukukumuzu oluşturacağız.
O ne demek?
İddialı bir laf gibi. Yani devletle elden geldiğince çatışmaya girmeden, silahlı çatışma bizim dışımızda bir şeydir, kastım idari boyuttaki çatışmaya girmeden, var olan sosyal alanın değerlendirilmesi... Şimdi bizim dernek kurmamıza engel yok. Diyelim Türkiye’de arabuluculuk getirildi, ta 1995’ten, 96’dan beri gündeme gelen Kuzey Avrupa sistemi... Mesela bu sistem bu topraklarda var, hiç kaybolmadı. Şu anda BDP İl Örgütü’ndeki Halkla İlişkiler Komisyonu bazı sulh davalarında, üç-beş mahkemenin işinden fazlasını yapmışlardır. Ama bu dediğim kamu davaları değil; ölümle sonuçlanan davaya zaten devlet el koyar. Bunlar o aşamaya gelmeden çözülebilecek davalar. Kız kaçırma olabilir, bir arazi anlaşmazlığı, bir sosyal kavga olabilir. Bir araya geliniyor, sosyal sonuçlarını da göz önüne alan bir cemaat oluşuyor. Bu işi bilen bir iki ihtiyar, bazen bir imam, bir avukat, kanaat önderleri... Bu iş mahkemeye gittiğinde, cezası şudur diyecek ama bu sulh getirmeyecek. İçeri giren bilenerek çıkacak, sosyal sonuçlar öyle duracak. Oluşturmaya çalıştığımız hukuk bu. İster Kuran’a el bastırırsınız, ister İncil’e, hiçbirine inanmıyorsa, sözüm söz dedirtirsiniz. Tekrar ediyorum kamu davası değildir bunlar.
Yazılı olmayan hukukun, sübjektif kriterlerle karar alınmasının doğuracağı başka sosyal sorunlar yok mu?
Şimdiye kadar yüzde 99 sonuca ulaşmıştır. Bir olay anlatayım, bazı arkadaşlarımız Mardin’de KCK Adalet Divanı diye adlandırılarak, suç üretilerek tutuklandı. Böyle bir olayın içindeydiler, çözüyorlardı. Onlar cezaevindeyken, hatırlarsınız sekiz ay önce cezaevinin önünde dört yaşında bir çocuk, iki kadın öldürüldü. Bülent Arınç da “Bu tür meselelere sivil toplum örgütleri ve kanaat önderleri girmek zorundadır” dedi. İki gün sonra arkadaşları duruşmada hakimlere o gazeteyi göstererek “Bizi burada tutarak bu ölümlere neden oldunuz. Biz bu olayı çözmek üzereydik” dediler. Serbest kaldılar. Şimdi bu sistematik mi? Değil. Yazılı kuralı var mı? Yok. Peki neye göre yürür? Toplumda işleyen gelenek, görenek ve ananeye göre. Bu bazen ters de tepmiş olabilir. Dediğim şu: Bu toplumun özüne dair kurallar silsilesi ve kurumsallaşmalarla olmak zorundadır. ‘İsveç’ten şunu aldım’la olmaz. Mutlaka yazılı kanunlar olmalı ama sadece pozitif hukuk yetmiyor. Toplumcu bir hukuk gerekiyor. Örneğin Rojava’da Kürdistanlı hukukçuların bir konferansı oldu. Orada yeni yeni kurumsallaşıyor; beş, yedi ve on beş kişilik mahkeme heyetlerinden bahsedildi. Uzmanlık gerektiren davaların dışında kesinlikle profesyonel hukukçuları işin içine çok koymama niyetinde olduklarını söylediler. Mahkeme heyetinden sadece ikisi profesyonel hukukçu, bir ikisi ev kadını, öğretmen, her kimse…
Peki bu Kürt hareketinin, önerdiği özerklik modelinde yargı işinin tamamen bölgeye bırakılmasını talep ettiğini mi gösteriyor?
Evet. Açıkça demokratik özerkliğin temel ayaklarından biri yargıdır. Yargısını kendi felsefesine göre yapmadığı sürece demokratik boyut gerçekleşmez.
20-25 bölgenin kendi yargı felsefesini oluşturması kakofoni yaratmaz mı? Ceza yasaları ortak mı dediğinizde?
Hayır, mesela Amerika’da bir yerde idam vardır, bir yerde yoktur. Bir yerde sakız çiğnemek yasaktır. Kargaşa yaratsaydı Amerika’da yaratırdı. Temel yasalar var tabii, demokratik ve insani olacaksın, evrensel hukukla bağını kuracaksın. Burada da yeni yeni uygulanıyor; şu kadar kitap okumaya mahkûm ediyorum, diyor örneğin. Ama şu anda bu yetkiyi Türkiye’deki yargıç ve savcılara verseniz, inancınız olsun hepimizi asarlar. Biz, DTK’da çalışanlar, ismine KCK’li vs denenler... Ben 1992’de cezaevine girdim, sevk ve idareden 18 yıl 9 ay ceza aldım. Sözde demokratikleşme oldu, ülke gelişti, şu anda diyelim bir suçtan müebbet aldınız, 500 yıla kadar ceza verilebiliyor. 70 yıl, 100 yıl ceza alan arkadaşlar var. Şuraya adım atmış, buraya adım atmış, kaç sefer tekrarlamışsa kümülatif olarak ekleyip diyor ki 100 yıl ceza. 1990’larda bile bu yoktu. O yüzden önce kafayı değiştirmek gerekli. Yoksa işte bizi asmazlar ama asmadan beter hale getirirler. Ama inanarak söylüyorum, Türkiye’de kısa sürelerde ciddi dönüşümler yaratılabilir. Toplum ciddi bir algı ve sağduyuya sahip. Birileri gölge etmesin yeter.
‘Merkezde dikilen gömlek artık halklara dar geliyor’
HDP Eşbaşkan Yardımcısı Yurdusev Özsökmenler, demokratik özerkliğe hem partili hem yurttaş hem de eski bir belediye başkanı olarak bakıyor.
Daha evvel benzer ruha sahip girişimler olduysa da Halkların Demokrasi Partisi (HDP), Halkların Demokratik Kongresi birlikteliğini arkasına alarak daha büyük bir gaye için yola çıktığını söylüyordu: Kürt siyasal hareketini Türkiye’nin tüm emek, demokrasi ve barış güçleriyle buluşturmak. Seçim öncesi de sonrası da Kürt hareketinin bundan sonraki siyasi rotasına dair belirleyici olacağından üzerine çok laf edilen bir parti oldu. BDP ve HDP’nin yeniden yapılandığı şu günlerde demokratik özerklik modelini Türkiyelileşmesi meselesinde en çok söz düşen taraf da HDP gibi görünüyor.
Partinin Yerel Yönetimler ve Seçimlerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Yurdusev Özsökmenler’e önce HDP’nin Batı’da ağırlıklı olarak Kürt oylarıyla sınırlı kalması ve üzerine BDP’li vekillerin geçişiyle Kürt vurgusunu arttırmanın, Türkiyelileşme yolunda yanlış bir strateji olduğu eleştirisine nasıl baktığını sordum.
“HDP dört aylık bir parti olarak, örgütlenmesini tamamlayamadan seçime girdi. Beklediği oyu alamadı, beklentiler de yüksekti. Ama başarısız da sayılamaz çünkü Batı’daki Kürt oylarının dışında, örneğin tüm baskılara, saldırılara rağmen, BDP’nin seçime girmediği Karadeniz’de ya da Orta Anadolu’da oy aldı. Ege’de evet Kürtler oy verdi ama yerli halkların Pomakların, Ermenilerin, Çerkeslerin ve de Türklerin oyunu da aldı. Saldırıya uğradığımız Fethiye’den, Aksaray’dan da oy aldık. Batıda yaşayan halklardan biri olarak Kürtlerin oyunu almasından doğal bir şey olamaz. BDP’li vekillerin geçişine dair eleştiriyi kabul etmiyorum, tüzüğünden başlayarak bu bütün halkların partisidir. Kürtler eğer nüfus yoğunluğu olarak fazlaysa ve bugün Kürt sorunu demokratikleşmenin en önemli parçasıysa elbette ki Kürtlerin sorunu HDP’nin sorunu olacaktır. Ermenilerin de diyelim HES projesine karşı direnen halkların da HDP’nin meselesi olması gibi.”
İhtiyaç var, adı yok
Peki gerçekten Türkiye’nin batısında doğrudan demokrasiye dair bir arzu var mı, demokratik özerkliğe kafa yoruluyor mu? Ya da Türkler ne istediğini biliyor mu? Artık temsili demokrasinin ve denetlenemez büyüklükteki merkezi otoritenin halkın ihtiyaçlarına cevap vermediğini düşünen Özsökmenler Gezi olaylarını tam da bu ihtiyacın örneği olarak gösteriyor. “Merkezi hükümetin istediği nükleer santral için gidelim Sinop’ta referandum yapalım. Kendi coğrafyamız hakkında söz sahibi olmak istiyoruz diyeceklerdir. HES ve ekoloji mücadelesinin bu kadar yaygınlaşmasını da doğrudan demokrasi talebi olarak alabiliriz” diyor. Bundan sonraki HDP stratejisinin de, Türkiye genelinde ihtiyaç olarak belirmiş ama yurttaşlar nezdinde belki adı konmamış olan yerelden başlayan demokrasi modelini anlatmak olacağını söylüyor. Halk meclisleri temel örgütlenme araçlarından biri. “Hangi dilde okumak ve kültür üretmek istediğimize, kendi ibadet yerlerimize, kentimizin imar planlamasına biz orada yaşayanlar karar vermeliyiz. Merkezde dikilen gömlek artık halklara dar geliyor. O yüzden her yerde eylemler, isyanlar patlıyor. Halkların haklarına sahip çıkma bilinci de arttı.”
Tek mesele diyelim Türklerin, Kürtler dışındaki halkların yerinden yönetime ikna edilmesi değil, Kürtler içinde de demokratik özerklik modeline mesafesini HDP’ye yönelik eleştiri olarak dışavuranlar var. O Kürtleri nasıl ikna edecek HDP?
“Kürtler demokratik özerkliği gerçekleştirdiğinde, kararlara doğrudan katılma olanağı bulduklarında bağımsız mı yaşamak isterler, özerk mi, bütün halklarla birlikte mi, elbette ki kendileri karar verecektir. Biz siyasetçiler 100 sene sonrasının halklarına gömlek giydirmek niyetinde olamayız.”
Özsökmenler DTP döneminde Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanlığı yapmıştı. Merkez- yerel çekişmesini bir de o açıdan yaşamışlığı var ki çok çekmiş. Örneğin kadın sorunlarına bilhassa eğilme arzusuyla istediği Kadın Sorunları Müdürlüğü’ne izin çıkmamış; çünkü belediyelerin hangi müdürlükleri açacağına merkezi hükümet karar veriyor. Şimdi daha serbest ama Türkçenin yanında Kürtçe yeni yıl tebriki yazmak, temizlik kampanyasını iki dilli duyurmak gibi faaliyetler yüzünden hakkında açılan onlarca, yüzlerce dava var. Bazıları hâlâ sürüyormuş hatta.
YARIN: Pratikte özerklik: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Fırat Anlı ve halk meclisleri
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.