Kürtler Demokratik Özerklikle ne istiyor: 'Devletin el değiştirmesiyle özgürlük, eşitlik, adalet gelmiyor'
BAŞLARKEN
Abdullah Öcalan’ın 2000’li yılların başlarına denk gelen konfederalizm söylemi, 2007’den sonra kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite, demokratik ulus, radikal demokrasi, ahlaki politik toplum, demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplumsal yaşam kavramlarıyla şekillenmiş ‘demokratik özerklik’ fikrine evrildi. 14 Temmuz 2011’de ise Demokratik Toplum Kongresi, demokratik özerklik ilanını duyuruyordu. Öcalan’ın köy komünlerinden kent meclislerine uzanan, ademimerkeziyetçi paradigması, Kürt sorununa demokratik çözümün yanında, 20-25 özerk bölge tahayyülüyle Türkiye, hatta bir Ortadoğu projesi ididasındaydı.
Ütopik, teorik anlamda çelişkili, kimi alanları fazlaca belirsiz bulanlar vardı. İçinde ‘önderlik’ olan bir toplum tasavvurunun, savunulan hiyerarşi ve iktidar karşıtı söylemle bağdaşmayacağı söylendi. Türkiye’yi ikna etmek gibi büyük bir meselenin yanında, kimi nitelikleriyle Kürtleri de ürkütebileceği konuşuldu.
Sosyalist, anarşist, liberal farklı çevrelerden gelen fikir temelli eleştirilerin yanında asıl bir görüş başından beri yaygınlığını hiç yitirmedi: Kürt siyasal hareketi, aslında Abdullah Öcalan demokratik özerklik projesinden zaman içinde vazgeçebilirdi. Aynı fikri, ‘Şimdi bağımsız devlet diyemediklerinden adını demokratik özerklik koymuşlar’ minvalinde bir ara evre olarak alan, nihayetinde Kürtlerin Türkiye’yi mutlaka ‘böleceğine’ kani olanlar vardı. Bu yaygın yaklaşım, Türkiye için yeni olan demokratik özerklik tezinin sağlıklı ele alınmasına da ket vurdu.
Aradan geçen zaman, çözüm sürecini başlatan 2013 Newroz mektubunda demokratik modernite idealini anan Öcalan’ın da, Kürt siyasal hareketinin de demokratik özerklikten vazgeçmediğini, bu süre içerisinde küresel olarak açmazları daha belirginleşen ‘ulus devlet’e karşı mesafeli tavrın değişmediğini gösterdi. Üstüne üstlük gerçek manada ‘kimliksiz’ yaşayan Suriye Kürtlerinin kanlı bir iç savaşın ortasında ortaya çıkardığı Batı Kürdistan (Rojava), tüm Suriye halklarını kuşatan toplum sözleşmesi etrafında demokratik özerkliği hayata geçirmişti. Mahalle meclislerinden komün fırınlarına, kadın akademilerinden kendi asayiş birimlerine, Rojava’da devrim denilen, savaş ve gerçek hayatla sınanmış demokratik özerklik modeliydi.
Türkiye’de yerel seçim öncesi Kürt hareketinin demokratik özerklik vurgusu artmakla kalmadı, BDP ve HDP’nin yeniden yapılanmalarıyla geleceğe dair daha somut bir hedef olarak netleştirildi. Bu yazı dizisi de, 2005’ten itibaren Kürt hareketi içinde derinleşmiş ama ülke genelinde anaakımlaşmamış demokratik özerklik tartışmalarını bugüne taşımak, Türkiye’nin geleceğine dair, anlama ihtiyacını bertaraf eden bölünme fobisinden, yerleşik önyargılardan kurtulmuş, yeni ve sakin bir tartışma yaratabilme umuduyla hazırlandı.
‘Devletin el değiştirmesiyle özgürlük, eşitlik, adalet gelmiyor’
Yerel Yönetimlerden Sorumlu BDP Gen. Başk. Yard. Demir Çelik, başından beri demokratik özerkliğin ‘inşası’ ve fikrin olgunlaşması çalışmalarında öne çıkan bir isim. Belediye başkanlığı tecrübesi de olan Çelik’le projenin genel çerçevesini, yerel seçimden başkanlık sistemine siyaset gündeminden görünen yanını konuştuk.
Demokratik özerklik, bütün Türkiye’ye önerilen bir modelse bunu geçen zaman içinde iyi anlatabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Yeterince anlatamadık, iyiniyetle anlatmak istediğimizde de alıcıların hazır olmadığı çelişkisiyle karşı karşıya kaldık. Her üniter ulus devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de toplumu yönetebilmek adına içeride ve dışarıda düşman yaratmıştır. Yeri geldiğinde düşman dindarlar olmuş, yeri geldiğinde sol-sosyalist hareket, yeri geldiğinde Kürtler... Bölücü, eşkiya, terörist denerek itibarsızlaştırmanın mübah görüldüğü Kürtlerin söyleyeceği her şey kötüdür, kandır, savaştır gibi bir algı var. Bunu yıkmak kısa erimli bir mücadele değil. Dişi tırnağa katarak kendimizi ifade etmemiz, projenin içini dolduran söylemlerle ikna etmemiz lazım.
Karşınızda milli eğitimden medyasına, devletin o iç düşman propagandasından geçmiş biri var. Nasıl anlatırsınız demokratik özerkliği?
Her şeyden önce demokratik özerklik mevcut devletçi iktidarcı sisteme karşı toplumu ve ihtiyaçlarını esas alan, etnik, coğrafi sınıra indirgenmeden tüm halkların kendilerini görebileceği, halkların çıkarına bir proje. Sadece Kürt ve Kürdistani olmaktan öte Türkiye’nin demokratikleşmesinin projesi. Türkiye’ye 25-26 bölgesel özerk yönetim öngörüyoruz. Kürt özerk yönetiminin sahip olacağı her hak, bu eşit haklara sahip halkalar sistemiyle demokratik cumhuriyette birleşmeli diyoruz. Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünün yanında tüm kültürler, kimlikler, inançlar barış içinde eşit vatandaşlık temelinde, demokratik anayasayla demokratik ortak vatanda birlikte yaşamalı.
Aynı kişi karşınızda, hâlâ diyor ki: Öcalan ve Kürt siyasal hareketi niye Türkiye’nin demokratikleşmesini, herkesin iyiliğini düşünüyor?
Sayın Öcalan da, Kürt Özgürlük Hareketi de bu ihtiyaçtan bu projeye varmış değil. Son 50 yıldır bizden bağımsız olarak katı merkeziyetçi üniter ulus devlet egemenliğini paylaşıyor. Açığa çıkan ihtiyaçları karşılamak adında katı merkeziyetçilikten ademi merkeziyetçiliğe doğru evrim yaşanırken bu Kürt hareketinin icat ettiği bir iş değil. Fakat bizden önceki özerk yönetimler, yerellerde merkezdeki yönetimin izdüşümü olan devletçiklerin oluşmasına hizmet ediyordu. Halklar, kimlikler hiyerarşik de olsa kendini yönetiyordu. Biz tümden hiyerarşiye, iktidara, devlete karşı olduğumuz için bize ait bir devlet olsun istemiyoruz. Sayın Öcalan’ın özerkliğe kattığı yeni boyut budur. TC’nin yanında ayrı bir Kürt devleti arayışı, siyasal projesi sahibi değiliz ama köyde, mahallede, kentte kendimizi nasıl yöneteceğimizin kararını sadece Kürtler değil, bu coğrafyada yaşayan tüm halklar olarak verelim istiyoruz.
Köy komünlerinden kent meclislerine uzanan idari yapısını, antikapitalist ekonomi iddiasını ve devlet nosyonuna karşı tutumunu düşününce, Kürtler ulus devlet isteseydi bunu anlatmak demokratik özerkliği anlatmaktan daha kolay olabilir miydi acaba? Bir noktada, ulus devlete bile empati ihtimali var ama bu model siyaseten başka bir yaşam tahayyülü öneriyor neticede.
Kesinlikle. Devlet dışı kalmış halklara kendisini yönetebilmeyi anlatmak devleti anlatmaktan daha zor. Çıkarına olduğu halde. Söz konusu olan 6000 yıllık hiyerarşik egemenlikçi zihniyetin, tüm ideolojik aygıtlarıyla biz bireylere ve toplumlara empoze ettiği bir devlet algısı. Devlet dokunulmazdır, kutsaldır, Tanrı’nın yeryüzündeki izdüşümüdür, mutlaktır. Şunun farkına vardık, milyarlarca yıllık insanlık tarihinin çok küçük bir kesitinde, o da erkeğin kadın üzerinde hegemonik anlayışı başladıktan sonra hiyerarşi ve devlet oluştu. Toplum devlet olmadan da kendisini yönetebilir. Ruhi şekillendirmeye tabi tutulmuş, asimilasyonist politikalarla tekleştirilmiş insanlara bunu anlatmak zor. Türk’e anlatmaktan öte, Kürt’e anlatmakta da zorlanıyoruz. ‘Kendini yönet’ dendiğinde başaramam duygusuna kapılabiliyor. 6000 yıla karşı birkaç yılda başarı beklemiyoruz. Bu uzun soluklu bir mücadele; demokratik özerkliğin ete kemiğe bürünmesi belki onlarca yılımızı alacak.
Hakkari ve Şırnak’ın demokratik özerklik için pilot iller olduğu haberini okuduk (Milliyet-Namık Durukan). Ne oluyor yani oralarda?
2009 Yerel Yönetimler Konferansı’mızda özgür demokratik yerel yönetimler modelimizi uygulama adına pilot belediyeler seçtik. Hakkari’de Yüksekova, Şırnak’ta Cizre, Mardin’de Nusaybin, Diyarbakır’da Bağlar gibi. Bu modelin dört alanı var: Demokratik katılımcılık, ekolojik yaklaşım, kadın özgürlükçü alan ve katılımcı topluluklar ekonomisi. Örneğin su sonuncusu kapsamında sınırlı da olsa Yüksekova’da arıcılık, Şırnak’ta hayvancılık kooperatifi faaliyetleri var. Ağzımdan çıktığı için o iller ön plana çıktı. Öyle bir durum yok. Pilottan kastımız daha çok yerel yönetimlerde belediyeciliktir.
Yerel seçim öncesi demokratik özerklik daha sık zikredilir oldu. Hatta Kürt hareketi seçimin bu anlamda referandum olacağını söylüyordu. Ne çıktı referandumdan?
Dediğiniz gibi bu seçime bir misyon yüklemiştik. Demokratik özerkliğin referandumu, Kürt halk önderinin özgürlüğü ve Kürtlerin statü sahibi olması gibi. Bu misyonları düşününce nitelikli bir başarı sağladığımız söylenemez, bu kesin. Hiçleştirilemeyecek bir başarı vardır ama zafer değildir. Meclis’te dördüncü partiyiz, hazineden tek kuruş almadan her tür yüksek maliyeti halkımızın küçük destekleriyle karşılayarak siyasal faaliyet yürütüyoruz. Seçim ve sandık sistemi adil değil; siyasal vesayetin altında bir yargı sistemi oluşturuldu. Aldığımız sonuç bunlara rağmendir.
Bu projenin Türkiyeleşmesi gayesi için kurulan HDP’nin ağırlıklı olarak Kürt oylarıyla sınırlı kalması demokratik özerkliği Batı’ya anlatamadığını mı gösteriyor, karşılık bulmadığını mı?
HDP’ye insaflı eleştirel yaklaşmak gerekiyor. Bu kadar kısa süre, seçmen nezdinde kabul görebilmesi için yeterli zaman değil. Bu realiteden bağımsız, Türkiye’de var olan siyasal sistem krizinden hareketle, umut olabilecek çözüm projeleri doğru parametrelerle anlatabilseydi ne BDP 4,6’da ne HDP 1,9’da kalırdı. Çıkardığımız dersler var, bu yüzden BDP ve HDP’yi kongreye götüreceğiz. Bileşenleriyle birlikte HDP’yi bu vizyona uygun yeniden şekillendirebilirsek, ana demokratik muhalefet olmak işten bile değil.
Kalkınma ajanslarını, büyükşehir yasasını düşününce AK Parti’nin zihnindeki yerellik modeliyle demokratik özerkliğin kesiştiği nokta var mı?
Her şeyden önce hükümet demokratik özerkliğe kapalı, anlama çabasında da değil. Geç Kürt modernitesinin mücadelesinin onları ikna etmesi gibi bir çelişkileri var. Diğer yandan dünyada, çevrede bölgesel özerk, federatif, konfederatif yapılar şekillenirken, Türkiye kendisini buradan uzak göremiyor. Yarım yamalak da olsa küçük adımlarla uyumlu olmaya çalışıyor. Ama ulus devlet refleksinden kurtulamadığı için de eline yüzüne bulaştırıyor.
Her şeye rağmen çözüm süreciyle birlikte hükümet ve Kürt siyasal hareketini ittifak halinde gören bakışın temelinde bu konuda bir uzlaşma olduğu yok mu?
Demokratik özerkliği aydan uzaydan getirmiş değiliz. Bizden önce de vardı. Var olan birçok özerk, federal, konfederal yapılar dünyanın daha demokratik, daha zengin ülkelerinde. Kürt hareketinden, dünyadaki gelişmelerden etkileniyorlar. Ama buna rağmen ayak diriyorlar. Bir an gelecek bizim örgütlü toplumdaki ısrarımız, dünyadaki gelişmeler onları da değişime zorlayacak. İstiyoruz ki o an sorunsuz olsun. Devlet bazı adımlar da atmış. Örneğin Avrupa Konseyi Bölgesel Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 1992’de imzalamış, ilk kez 2005’te bir kısım uygulamalara başlamış. İl Genel Meclisleri’ne, belediyelere bazı yetkiler vermiş; kalkınma ajanslarıyla bizim söylediğimizle örtüşmese de yereli ve yerindenliği esas alan bir yola gidilmiş. Bunlar ipucudur. Görünen o ki devlet bir kısım ihtiyaçları hissediyor ama korkudan verdiğini geri de alabiliyor. Sonuçta ‘Hükümet bölgesel yönetime, eyaletlere, razı gelecek; kalkınma ajansları, büyükşehir belediye yasası bunun altyapısıdır’ söylemine karşı Başbakan büyükşehir yasasını Çevre Şehircilik Bakanlığı’na, oradan da kendi vesayetine aldı. İki arada bir derede.
Kürt siyasal hareketinin başkanlık sistemi konusunda kafası net mi peki?
Başkanlık sistemi egemenliğin paylaşılmasına dayalıdır. Yoksa ne alemi var. Türkiye’ye, Erdoğan’a özgü bir sistem bu. Başkanlık sistemi eyalete, federasyona, bölgesel demokratik özerkliğe oturacaksa başkanlık sistemi kabulümüzdür. Bu olmadan hem başbakanlık hem cumhurbaşkanlığı yetkilerini toplamak istiyorsa, bu başkanlık olmaz; krallık, padişahlık, totaliter rejim olur. Buna da destek vermemiz, arkasında durmamız, yedeklenmemiz beklenemez.
Demokratik özerklik hayata geçti diyelim. Zaman içinde Kürt özerk bölgesinin kendi demokratik mekanizmasından tam da karşı durduğu ulus devletleşme talebi çıkarsa, bu paradigmanın başarısızlığı mı demek olur?
Mutlaka. O nedenle siyaset yürütücülerinden çıkarıp topluma mal etmemiz lazım. Toplum kendini yönettiğinde, siyasal sosyal, ekonomik anlamda artılarını gördüğünde ulus üniter devlete tapınanlara yer kalmaz ki. Reel sosyalizm pratiğinden de çıkardığımız şey şudur, devleti ele geçirmekle, devletin el değiştirmesiyle özgürlük, eşitlik, adalet gelmiyor. Savaşın da, yoksulluğun da, açlığın da gerekçesi devlettir. Kötü olan burjuvadan devleti alıp iyi olan proletere, işçi sınıfı adına yönetenlere bıraktığınızda devlet devlet olma özelliğini kaybetmedi. Türk devletinden rahatsız olanın Kürt devletini savunmasının mantığı yok. Devlet ister Kürdün, ister Türk’ün, ister yoksulun, ister zenginin elinde olsun; bu, kötülüklerinden kurtulmasının yeter gerekçesi değil.
Türkiye solu demokratik özerkliğe nasıl bakıyor?
Açık olan, işçselleştiren birçok hareket var. Sivil demokratik örgütlüğü önemseyen dost çevreler oluşmaya başladı. Onlarla HDP üzerinden çevreyi etkileyecek bir yapı geliştirip küresel demokrasi hareketini büyütmek zorundayız. 16. büyük ekonomi olan Türkiye’nin artılarından nüfusun yüzde 20’si faydalanıyor. Ekonomik demokratik tüm sorunların siyasal çözümü iddiasındayız. Bu umudu, samimiyeti halka verdiğimizde de büyür, gelişiriz. Devletin her türlü itibarsızlaştırma, iradesizleştirme propagandasına rağmen.
YARIN: Seydi Fırat ve Edip Yaşar anlatıyor
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.