Bir ucu Rojava’daki gelişmelerden zerre bağımsız olmayan; diğer ucu Pensilvanya’ya dayanan; Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin yapılamayan kongresi ile yakından ilişkili; Barzani’nin ertelediği ABD ziyareti ile ilgisi neredeyse iç içe geçmiş; Türkiye’yi yönetenlerin her Avrupa ve diğer ülke ziyaretlerinde aradan su sızmaz derecede ilişkili; Cenevre 2’de 40 ülkenin gündeme resmen getirmese bile göz altından bakarak dikkatlice izlediği; İran-Irak-Suriye-Türkiye ilişkilerinin başat konuları olmaktan hiç çıkmamış; Irak ve Kürdistan petrollerinin nirengi noktası olan ve daha onlarla örnekle sıralayacağımız bir “sorundan” söz ediyoruz artık.
Oslo Süreci ile birlikte Türkiye’de Kürt sorunu resmen de bir iç sorun olmaktan çıkmış, Irak Kürdistanı’nda 1991’lerde başlayan ve bugünlerde Rojava ile devam eden gelişmelerle birlikte tüm dünyanın masaya yatırdığı temel sorunlardan olmuştur.
Eğer böyle değilse, 70 yıllık SSCB iktidarı süresince Kürtlere tek bir kez bile göz kırpmayan Rusya, bugün niçin “Kürtlerin de kendi devletlerini kurma hakkı vardır” desin?
Eğer böyle değilse, ABD’nin aralarında Beyaz Saray’a kabul ettiği Celal Talabani ve Mesud Barzani’nin partileri de olmak üzere tüm Kürt partilerini “devletlerine karşı savaşmış tehlikeli örgütler” arasında listelesin; bunların bir kısmını da hala el Kaide ayarında “1. dereceden tehlikeli terörist örgüt” nitelendirmesine tabi tutsun?
Eğer böyle değilse, Cemaat ile Hükümet arasındaki on yılların ittifakı niçin bozulsun?
Daha düne kadar “al gülüm-ver gülüm” olan Cemaat-Hükümet Koalisyonu, Oslo’da çatırdamaya, 2013’te başlayan “Çözüm Süreci” ile birlikte dağılmaya başlamadı mı?
Tüm bunları peşpeşe sıraladım diye hemen itiraz sesleri yükselmesin!
Geçmişte benzer sözleri ettiğimizde hemen itirazlar yükselirdi, “kendinizi dev aynasında görmeyin” denirdi. Bir kısmı liberal ve devletçi kesimden, diğer bir kısmı ise soldan gelen bu itirazların sahiplerine göre sorun ya devletlerin iç sorunuydu ya da bir halkın sadece kendi dinamikleri ve devrimci ittifak güçleriyle birlikte çözebileceği bir özgürlük sorunuydu. Dört bir etraftan kuşatılmış Kürtler de meşreplerine göre bu itirazlardan birini haklı görür ve çoğu kez de sadece bunlardan birinin peşine takılıp giderdi.
Şunu Kürtler de kabul ediyor elbet; sınırlar kendi iradeleri dışında çizilmiş olsa da varlar. Bu nedenle Kürt örgütlerinin önemli bir kısmı programlarını sınırları kaale almadan yapmış olsalar da bugün gelip dayandıkları nokta ağırlıkla sınırları gözeten bir yaklaşımdır. Bir diğer deyimle Ankara’da yağmur yağarken Tahran, Şam veya Bağdat’ta şemsiye açmanın bir anlamı olmadığını, neredeyse her Kürt örgütü bir realite olarak kabul ediyor.
Ama bu böyle diye Kürt sorununun sınırları da aşan uluslar arası boyutunu görmezden mi gelmek gerekir?
Kürt aktörleri sınırları gözeten reel yaklaşımlar gösterseler bile onun sınırları aşan boyutunu görmezden gelmiyor.
Bir ucu hiç kuşku yok Kürt halkının kendi dinamiklerine ve onun devrimci mütefiklerine dayanan bu sorunun çözümü artık kabul etmek gerekir ki kapitalizmin en güçlü olduğu döneme sarkmış devasa ulusal sorunlardan biridir.
Evet, Kürt halkı on yıllardır kendi dinamikleri ile emsalsiz bir direniş sergilemeseydiler bugünkü noktaya gelemezdiler.
Kürtlerin direnişi olmasaydı kapitalizm, hallaç pamuğu gibi savurduğu Kürtleri bir o kadar daha savururur, üstelik bir daha çıkmamak üzere yerin en derin noktasına gömerdi. Bunu yapamadı. Kürt halkının direnişi bunu engelledi.
Kürtlerin hala kendi kaderlerini tayin etme hakkını kullanamamasında geçmişin sosyalist blokununda payını görmek gerekir. Onların bu noktada Kürtlere karşı suçsuz olduğunu söyleyemeyiz. Daha 1925 İsyanı’nda SSCB’ye elçiler gönderip ulusal taleplerine destek isteyen, 1940’ların ortalarından sonra sosyalist blokla ciddi ilişkiler kuran, 1960’ların ortalarından itibaren de ideolojik olarak yüzünü sosyalizme çeviren Kürtler, bu bloktan hiç yüz bulmadı. Sosyalist blokun ideolojik olmasa bile ekonomik ve diplomatik gücünü bugünlerde temsil eden Rusya’nın Rojava üzerinden Kürtlere dönmesi de, kabul etmek gerekir ki Kürtlere olan sevgiden değil Ortadoğu’da at koştururken tökezlememek içindir.
Realite bu iken Kürtlerin siyasal aktörleri de elbet dengeleri gözetecek.
Yoksa Kürtlerden beklenen tüm dünyayı karşılarına almaları mı?
Eğer derd bu ise bunun nasıl olacağını da bir zahmet Kürtlere anlatsalar da biz de anlasak.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.