Kürt veya Kürtçe yayıncılığın geçmişi Osmanlının son dönemine dayanır. Birinci Dünya Savaşının öncesi ve sonrasında Kürtler gazete, dergi ve kitap alanlarında ilk basılı ürünlerini piyasaya sürdüler.
Cumhuriyetle kesintiye uğrayan Kürt yayıncılığı 1960’lı yılların ortalarından itibaren 12 Eylül 1980 darbesine kadar bugünkü gibi zengin ve çeşitli olmasa da gazete ve dergi gibi birkaç süreli yayının yanı sıra kitaplar da yayınladılar.
12 Eylül darbesinin Kürtçeye getirdiği yasak kalkınca 1990’lı yılların başında başlayıp bugüne kadar gelen Kürt yayıncılığından az-çok hepimiz haberdarız.
Bizler de 1992 yılından bugüne Nûbihar adıyla Kürtçe yayıncılık yapıyoruz. Bu süre içinde büyük çoğunluğu Kürtçe olmak üzere yayınladığımız 330 civarında kitabın yanı sıra, 3 aylık Kürtçe edebiyat ve kültür dergisi Nûbihar’ı, Nûbihar Akademî adıyla da Türkiye’nin hakemli ilk Kürtçe dergisini yayınlıyoruz.
Kürtçe yayınların pazarının oluşmadığı, okuyabilenlerin çok az olduğu, üstelik de çalışanlarının güvende olmadığı 1990’lı yıllardan bugüne işimizin zorluğunu dile getiren, bu işi nasıl yaptığımıza dair birçok soruyla karşılaştım.
İnsanlar “zorluk” derken ekonomiyi, bir başka deyimle para ve pulu değil; Türkiye gibi bir ülkede hakim idarenin açık ve gizli baskılarını ve Kürtlere dair toplumun algılarını soruyorlardı.
Sorumlularına sorarsanız, her dönemde Kürt yayıncılığının en önemli sorunu ekonomidir. Ancak Kürt yayıncılığının karşısında duvar gibi dikilen mali sorunların temelinde devleti idare eden siyasi aklın olduğunu hepimiz biliyoruz.
Son dönemlerde Türkiye’de yayıncılık sektörü yeni ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. Kürt yayıncılığının ise Türk yayıncılığına kıyasla artı ekonomik sorunlar yaşadığını işin içinde olan bizler daha rahat görebiliyoruz. Biz buna, bugün Kürt yayıncılığı yeni bir ekonomik kriz yaşıyor da diyebiliriz…
Aslında Kürt yayıncılığının geçmişte de durumu bugünden farklı olmamıştı. Kürt yayıncılığı krizle doğmuş ve krizle yaşamıştır dersem abartmış olmam. Bu kriz, Türkiye’de hakim anlayışın Kürtlere ve Kürtçeye olan genel algının doğurduğu bir krizdir. Bu yüzden Kürtlere olan genel bakış değişmeden Kürt yayınlarındaki ekonomik problemler de kolay kolay düzelecek gibi değildir.
Kürtçe yayıncılığının yaşadığı ekonomik sorunlarda, Kürtlerin kendi dillerine ve kültürlerine yeterince ilgi göstermemesinin elbette ki payı büyüktür. Kürtlere karşı olan yargılar, Kürtçenin eğitim dili olmaması ve pazar dili haline gelmemesi gibi durumlar bu ilgisizliği artıran sebeplerdir. Ancak devlet ne yaparsa yapsın, Kürtler siyasete ilgi duydukları kadar, dil ve kültür çalışmalarına da zaman ayırmalı ve kendi dilleriyle yazılmış eserleri sahiplenip okumalıdır.
***
Türkiye’de son birkaç yılda Kürt coğrafyasına barış ve huzur gelecek diye Kürtlerin umutlandığı dönemler oldu.
Ara sıra yeri geldiğinde söylüyorum; Türkiye’de halkın büyük bir kesimi normal zamanlarda kabul etmeyeceği şeyleri devletin selameti ve bekası söz konusu olduğunda tereddütsüz kabul ediyor.
Çözüm süreci devam ederken devleti idare edenler Kürtlere dair uygulamalarıyla Türkiye’de yok denilen Kürtlerin aslında var olduğunu ve cumhuriyet döneminde de birçok yanlışın yapıldığını gösterdiler. O dönemde devlet, bugün dışladığı herkesle görüşmüştü; hiç kimse de ona niye görüşüyorsun dememişti. Türkiye bugün aynı şeyi yapsa bu kesim, devletimiz böyle takdir etmiş diyerek yine hoş görecek.
Çözüm sürecinde, idarecilerin söz ve uygulamalarıyla hayatın normal akışı içinde, Kürtlere dair bir meşruiyet zemini oluşmaya başlamıştı. Devlet ve sivil kesimlerin siyasetten kültüre kadar Kürtlerle ilgili yaptığı her şey Türkiye’nin batısında da normal görülür olmuştu. Kürtler ise Kürt yayıncılığının da dahil olduğu bu çalışmalara daha çok ilgi göstermeye başlamıştı.
Ama ne zamanki çözüm süreci bitti, toplumdaki bu iyimser hava dağıldı, her şey kendini bir belirsizlik ve tedirginliğe bıraktı.
***
Türkiye’de çözüm sürecinin bitmesiyle, üstüne siyasetin kavgacı ve kutuplaştıran söylemleri, şehirlerdeki hendek savaşları ve Kürt siyasetine yönelik tutuklama operasyonları da eklenince kültürel çalışmalar da bu atmosferden kötü bir şekilde etkilenmeye başladı.
Türkiye’de Kürtlerle ilgili en ufak bir şeye dahi siyasi anlam yüklenildiği için, böyle bir durumdan kültürel çalışmaların etkilenmemesi mümkün değildi.
İslami geleneğe mensup birçok kişinin gözünde, bırakınız bir tarih, roman veya şiir kitabını, sırf dilinden dolayı Kürtçe Kur’an-ı Kerim meali, Kürtçeye çevrilen bir hadis kitabı, namaz kitabı vb. dini kitaplar bile siyasidir. Bu türden kitapların bile böyle değerlendirildiğini bizzat gördüğüm için bunları rahatça yazabiliyorum.
Düşünün Türkiye’de bir yayınevinin bütün şartlarına sahip olan Nûbihar yayınevi her yıl düzenlenen Diyanet fuarına birkaç yıl öncesine kadar üst üste 7-8 kez müracaat ettiği halde fuara alınmamıştır. 6 ciltlik tefsir, Kur’an meali, Riyazüs Salihin çevirisi ve bunlara benzer birçok dini kitabı yayınlamış bir yayınevini dini bir fuara almamanın tek sebebi Kürtçe veya Kürtlerle ilgili kitaplar yayınlamış olmasıdır.
İkinci bir örnek vereyim. Kültür Bakanlığı, muhtelif zamanlarda yayınevlerinden kitap satın alır. Bildiğim kadarıyla kütüphaneler üzerinden de dergi gibi süreli yayınlara abone olur. Yayına başladığımızdan bugüne kadar bizden ne bir kitap almışlar ne de kütüphaneler üzerinden dergilerimize abone olmuşlardır. Bildiğim kadarıyla diğer Kürt yayınevleri için de böyle bir girişimleri olmamıştır.
Yanlış anlaşılmasın, devlet bizden yayınlarımızı satın almıyor, diyanet bize fuarda yer vermiyor diye bunları yazıyor değilim. Sadece Türkiye’de Kürtlerin ötekileştirilmediğini söyleyen idarecilerin söylemleriyle yapılanlar arasındaki çelişkiye ve çifte standartta dikkat çekmek istiyorum.
İşte bizler bu şartlar altında, Kürtlerin öteki olarak görüldüğü, devletin alan açmadığı, halkın önemli bir kesiminin Kürtlerle arasına mesafe koyduğu bir memlekette yayıncılık yapıyoruz.
Yukarıda belirtiğim anormal ve benzeri durumlar olmazsa, insanlar toplumun korku ve tepkisinden çekinmeden rahat bir şekilde toplu taşıma araçlarında Kürtçe bir yayını eline alıp okuyabilecekler. Bu anormal durumlar olmazsa, Kürtçe bir yayın herhangi bir Türkçe yayın gibi satış reyonlarında rahat bir şekilde sergilenecek.
Biliyoruz ki Türkiye’de bunların hiçbiri olmuyor.
Baskı vardır diyebilmemiz için illaki fiziki bir müdahale olması gerekmiyor…
Görünüşte bir şey yokmuş gibi duruyor, ama var…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.