Yazının başlığına bakıp Türkiye’nin Kürt sorununu ve dolayısıyla bunun çözümünü esas olarak dış odaklarla ilişkilendirdiğimi düşünenler yanılır. Kuşkusuz sorunun son derece çetrefil dış boyutları var, ama öncelikle bu bizim kendi sorunumuz ve kendi içimizde, aramızda çözmemiz gerekiyor.
Başlığa dönecek olursak: Bu başlığı ve dolayısıyla yazıyı, Onat Kutlar’a, onun “Çevirmen” adlı denemesine borçluyum. Bu deneme ilk kez 1986’da çıkan “Bahar İsyancıdır” adlı kitabında yer aldı. İnternette denemenin tamamını bulmam mümkün olmadı. Dolayısıyla sizlere son baskısı 2011 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılan bu eseri edinmenizi öneriyorum.
“Serçeler ölüp duruyordu”
Kutlar bu denemesinde bir çocukluk anısını anlatır. Kahramanlar, Ticaret Mahkemesi yargıcı, aynı mahkemenin yaşlı odacısı, anlatıcının babası, annesi, ablası, küçük erkek kardeşi ve bizzat kendisidir. Yargıç elindeki tüfekle, zerdali ağacına konmuş serçeleri teker teker avlamakta, odacı da onları porselen bir tabağa doldurmaktadır. Bu arada anne, baba, küçük kardeş, herkes bu durumdan son derece rahatsızdır. Hepsi bir şeyler söyler ama açıkça rahatsızlıklarını dile getiremezler.
Burada sözü yazara (Kutlar’a) bırakalım: “Konuşmaları garip bir tedirginlikle dinliyordum. Bu insanların hepsi aynı dili konuşuyorlar, ama birbirlerinin söylediklerini anlamıyorlardı. Sanki odada bir İngiliz, bir Japon, bir Macar, bir İspanyol vardı ve hiçbiri ötekinin dilini bilmiyordu. Bir şeyler yapmalıydım. Çünkü serçeler ölüp duruyordu. Pencereye dayanmaktan uyuşan kolumu sallayarak odanın ortasına yürüdüm. Beni bile şaşırtan yüksek bir sesle konuşmaya başladım...”
Sonuçta küçük çocuk, kardeşlerinin, annesinin, babasının aslında ne demek istediklerini, odacının neden ağzını açamadığını anlatır. Babasının gönül alıcı sözlerine rağmen yargıç çekip gider ve böylece geri kalan serçeler kurtulur.
Aynı dilden aynı dile çeviri
Yıllar sonra, yaptığının “çevirmenlik” olduğunu anlayan Kutlar şöyle yazıyor: “Çevirmenlik bilinen bir iştir. Güçlükleri olduğu doğrudur. Ama eninde sonunda yaptığımız iş, bir dilde yazılan ya da söyleneni başka bir dile aktarmaktır. Benimkisi ise bambaşka bir olaydı. Aynı dili konuşan insanların söylediklerini gene aynı dile çevirmek. Bana öyle geliyordu ki, evde büyüklerle küçüklerin, okulda öğretmenlerle öğrencilerin, sokakta köylülerle kentlilerin, ülkede yönetenlerle yönetilenlerin birbirlerini anlamaları için birinin çıkıp bir tür ‘çeviri’ yapması gerekiyordu.”
İşte tam da bu noktada “Kürt sorununun çözümü için çevirmenlere ihtiyacımız var” diyorum. Çünkü farklı kaygı, çekince ve beklentilere sahip olan taraflar neyi niçin istediklerini, neye razı olabileceklerini doğrudan anlatmıyor, anlatamıyorlar. Hal böyle olunca taraflar birbirlerini anlayamıyor, bunun sonucunda da gerginlik ve kutuplaşma şiddetleniyor. Ve bizlerin bir şeyler yapması gerekiyor, çünkü her iki taraftan insanlar ölüp duruyor.
Çok yönlü bir aydın
Onat Kutlar, şiir, öykü ve deneme yazarlığının dışında Türk sinemasına da katkılarıyla da iz bırakmıştı. Örneğin “Yusuf ile Kenan”, “Hazal” ve “Hakkâri’de Bir Mevsim”in senaryolarında onun imzası vardır. Kutlar ayrıca Türk Sinemateki’nin de kurucusuydu.
Onat Kutlar sosyalistti. Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülebileceğine inanıyor ve bu yolda çaba sarfediyordu. Ne var ki PKK’nın “kör terör”ü 30 Aralık 1994 günü İstanbul Taksim Meydanı’nda bir kafede otururken Kutlar’ı da buldu. Ağır yaralanan Kutlar 11 Ocak 1995 günü aramızdan ayrıldı. Kafeye konulan bomba Kutlar dışında genç arkeolog Yasemin Cebenoyan’ın da hayatına mal oldu.
Her ikisini ve 30 yılı aşkın sürede hayatlarını kaybeden Türkiye’nin tüm serçelerini saygıyla anıyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.