Barış treni yola hızlı çıkmıştı. Sonra hız kesti. Beklentilere oranla hayal kırıklığı yarattı. Silahların çekilmesi, onu takiben demokratik hamleler ve en nihayet uygulama olarak tanımlanan barış üzerindeki 'gölge', son demokratikleşme paketi, Diyarbakır çıkarması gibi adımlarla dahi tam kalkmış değil.
Malum, Kandil çekilmeyi durdurduğunu açıkladı, hükümet ise çözüm sürecine başlangıçtaki imasından daha geri bir noktada durmaya başladı.
Bugün hükümetin izlediği çözüm politikası 'kontrollü, tedbirli, temkinli' bir hat olarak tanımlanabilir.
Nitekim AK Parti son 8 ay içinde ne AB Yerel Yönetimler Şartı'na dair muhalefet şerhlerini kaldırmak gibi basit hamlelere girişti, ne de Terörle Mücadele Yasası, KCK tutukluları sorunu gibi konularda adımlar attı. 8000 civarında KCK tutuklusu olduğu dikkate alınırsa yeni adımlar atılmaksızın barış sürecinin mevcut statükoyu korumak dışında, beklenen sonuçları vermesi zor görünüyor.
Hükümetin bu temkinli politikası sadece kendi siyasi tercihlerinden kaynaklanmıyor. Bu politika üzerinde iç siyasi durumun, örgütün izlediği yolun ve bölgesel dengelerin de etkisi oldu.
Ne var ki bugün bu dengeler, özellikle bölgesel dengeler itibariyle daha farklı bir noktadayız.
Şu veriler başta siyasi iktidar olmak üzere herkesin malumudur:
1. Ortadoğu'nun en hareketli topluluklarından birisi hiç şüphe yok ki Kürtlerdir. Irak'ta özerk bir yönetim, Suriye'de geçici bir idare ve alan denetimi, Türkiye'de isyan boyutlarını çoktan aşmış Kandil'den parlamentoya son derece organize, toplumsal nitelikli siyasi hareket ve yapılanma, İran'da süregiden ayaklanma hali ile bunlar arasındaki ilişkiler Kürt siyasi alanını her geçen gün genişletmekte ve şekillendirmektedir.
2. Bu dinamizmin bir ayağı uzak vadede Kürt birliğini çağrıştırır. Nitekim bölgede devleti olmayan nadir topluluklardan biri olan Kürtler için birlik arayışının bir hedef olmadığı söylenemez. Bununla birlikte şu aşamada Kürt hareketleri arasında temas kadar ciddi bir rekabet yaşamaktadır. Nitekim bugün Kürt alanını bir ölçüde Barzani'nin KDP'si ile PKK arasındaki ağır rekabeti kuşatmaktadır.
3. Rojava bu iki yönlü durum (bütünleşme ve rekabet) açısından yeni itici güç oluşturmaktadır. PKK'nın Suriyeli dokusu ve PYD ile yarı-özdeşliği dikkate alınırsa, PKK, Rojava üzerinden Türkiye'deki Kürt sorununun temsilcisi olmaktan öte, bölgede etkin ve kurucu bir güç adayı konumuna gelmiştir ya da bu konumu güçlendirmiştir. 'Türkiye'deki barış süreci bugün bakıldığında ne denli PKK'nın yegane hedefidir' sorusu ciddi bir sorudur. Yukarıda altını çizdiğimiz rekabet Rojava üzerinden daha açık ve ciddi hale dönüşmektedir.
4. Türkiye bugüne kadar sorunun çözümü için Öcalan'la teması tercih etmiştir. Ancak yaşanan gelişmeler karşısında Öcalan'ın tutuklu konumu ve hareket alanının darlığı bu temasların anlamını bir ölçüde sınırlamaktadır.
5. Türkiye'nin tek sorunu bundan da ibaret değildir. Genişleyen ve dinamizm kazanan Kürt alanı Türkiye'yi bir aktör olarak adım adım içine almaktadır. Başka bir ifadeyle Türkiye için gerek Irak'taki Kürt yönetimi meselesi, gerek Rojava adım adım kendi sorunu haline gelmektedir.
Tüm faktörler AK Parti'nin bugüne kadar benimsediği 'sınırlı ve kontrollü yöntemi' etkileme gücüne sahiptir ve bir gözden geçirmeye hızla kapı açacak gibi görünmektedir.
Barzani'ye yönelme, ABD faktörü, Öcalan'ın alanını genişletme, demokratikleşme adımları müzakere üzerinden yol verme birer pist olarak durmaktadır.
Kış ve Mart seçimleri sonrası ilkbahar şüphe yok ki hareketli olacak...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.