Sadece geçen hafta 40’a yakın asker polis-şehit oldu. TSK’nın açıklamaları doğruysa yüzden fazla da PKK’lı öldürüldü.
“Doğruysa” diyorum çünkü şehit sayısı ne zaman artsa ardından TSK’dan şöyle bir açıklama geliyor: “Biz de onlardan epeyce öldürdük.”
“Onlar” dedikleri PKK’lı da olsa sonuçta bu ülkenin çocukları.
Asker, polis, PKK’lı… gencecik, yoksul çocuklar ölüme gönderiliyor.
Bu ölümler öyle kanıksandı ki, artık doğru düzgün haber bile olmuyor.
Sanki tüm bunlara mecburmuşuz, sanki başka bir yol yokmuş, sanki bu sorun konuşarak çözülemezmiş algısına, herkes teslim oldu.
Bir avuç insan dışında artık kimse çatışmadan başka yolların da olabileceği fikrini aklına getirmiyor. Koca bir ülke vicdanını, merhametini, duygusunu yani insanlığını kaybetti.
“Bu mesele çatışmayla nereye varacak? Daha kaç çocuk bu kör inatlaşmaya kurban edilecek? Bu şekilde nereye varacağız?” soruları üzerine artık kimse kafa yormuyor.
Çünkü akıl almaz bir inatlaşma var. Kürt meselesine yaklaşım, insanların bu inatlaşmada hangi safta duracağını da belirliyor.
Meseleye herkes kendi bulunduğu yerden bakıyor ve kendini haklı görüyor.
“PKK’nın elinde silah olduğu için devlet çatışmaya yöneliyor”diyenler ile “Hayır devlet zaten Kürtlere göz açtırmıyor, yok etmeye çalışıyor PKK bunu engellemek için silaha başvuruyor” diyenlerin inatlaşması.
İnsanlar bu iki yaklaşımdan birini benimsiyor ve ona göre de tavır belirliyor. Tarafların karşılıklı inatlaşmasını bir yere kadar anlayabiliriz.
Çünkü kendini mutlak haklı ve doğru gören kimselerin tutumlarını değiştirmesini beklemek doğru bir yaklaşım değil. Fakat işin kötü yanı yazarlar, gazeteciler, aydınlar da benzer bir taraftarlığa teslim oldu.
Milliyetçi, muhafazakar, İslamcı, ulusalcı; aydınlar, yazarlar, gazeteciler devleti gereğinden fazla kutsadıkları için devletin yanlışlarının da savunucusu oldular.
Yani “PKK silah kullandığı için bu ölümler oluyor. Ne yapalım PKK’ya teslim mi olalım?” yaklaşımı içindeler.
Kimi solcu yazarlar, aydınlar ise “Kürtlerin haklarını koruyoruz“ gerekçesiyle “Devlet öldürdüğü, Kürtlerin hakkını vermediği, baskı yaptığı, yakıp yıktığı için PKK var”yaklaşımına teslim oldu. Bu nedenle PKK’nın vahşetine sessiz kalıyorlar.
Toplumda da benzer bir ayrışma var ve giderek daha da kemikleşiyor.
Toplumun çok büyük bir kısmı, buna Kürtlerin bir bölümü de dahil, sorun olarak PKK’nın silah kullanmasını görüyor.
Özellikle barış sürecinden sonra PKK’nın tekrar silaha sarılması bu görüşün pekişmesine neden oldu.
“PKK tekrar silaha yönelmeseydi her şey konuşuluyor olacaktı. PKK onca kazanıma rağmen tekrar silaha sarılarak bunun önünü kapattı. Çünkü amaçları demokratik haklar değil ülkeyi bölmek“ görüşü yaygınlaştı.
Ve “bu amaçla” yapılan başkaldırıya teslim olmanın ülke için büyük bir zafiyet olacağına inanılıyor.
Kürt siyasi hareketi mensupları, taraftarları ve toplumun çok küçük bir kesimi ise diğer tarafta.
Yani “Devlet Kürtleri öldürdüğü için PKK var” yaklaşımı içinde.
Yukarıda da dediğim gibi tarafların kendilerini haklı görmesi, bu konuda sonuna kadar gitmesi bir yere kadar anlaşılabilir.
Böyle durumlarda o ülkenin aydınları, yazarları, kanaat önderleri, akil insanları yani düşüncesini toplum önünde açıklayan insanlar devreye girer ve bir orta yol bulur. İki tarafı da makul bir çizgide buluşturur.
Toplumu bu orta yola ikna eder.
İşte en vahim olanı, böyle bir aydın sınıfının kalmamış olması.
Kimisi Kürtlerin haklarını savunmak adına, solculuk adına, demokrasi adına PKK’yı haklı görüyor; kimisi muhafazakarlık adına, milliyetçilik adına veyahut farklı nedenlerle devleti haklı görüyor.
PKK’yı haklı gören sadece devleti suçluyor, devleti haklı gören ise sadece PKK’ya yükleniyor.
Halbuki entelektüel ahlakı, aydın, yazar, kanaat önderi sorumluluğu bu iki tarafın da dışında bir yerde durmayı zorunlu kılıyor.
Kürtlerin demokratik haklarını savunmak başka, PKK’nın asker- polis öldürmesini, düğün salonlarına, otobüs duraklarına kadar varan terör saldırılarını meşru görmek veyahut bu tür saldırılara güçlü tepki göstermekten kaçınmak çok başka.
Kürtlerin anadil haklarını, demokratik haklarını savunmak başka, bunun için gencecik çocukları öldürmesini haklı görmek, buna sessiz kalmak çok başka.
Diğer tarafta devletin, PKK’nın terör saldırılarına karşı durmasını savunmak ayrı, politikasındaki gaddarlıkları eleştirmek, onlara karşı durmak çok ayrı.
Bütün bunları şunun için yazdım:
Her gün onlarca çocuğun ölüme gönderilmesinin tek suçlusu PKK ve devlet değil.
Aydın sorumluluğuna, yazar ahlakına uymayan taraftarlıkla bir tarafın sözcüsü durumuna gelen aydınlar, yazarlar, gazeteciler, sizin de o çocukların ölümünde sorumluluğunuz var.
PKK’nın şiddet politikasına güçlü tepki göstermeyen, “İnsan öldürerek demokratik hak mücadelesi veremezsin” deyip PKK ile arasına mesafe koymayan kimi solcu aydınlar bilsinler ki; bu davranışlarıyla PKK’yı daha da cesaretlendiriyorlar.
Diğer taraftan devletin “PKK ile mücadele ediyorum” diyerek bölge halkına uyguladığı gaddarca politikaları savunan, bu yanlışlara güçlü tepki göstermeyen muhafazakar, İslamcı, ulusalcı aydınlar bilsinler ki bu tavırları ile devleti pervasızlığa, kontrolsüzlüğe yöneltiyorlar.
İşte sizin bu taraftarlığınız daha fazla çocuğun ölümüne neden oluyor.
Ortak bir noktayı bulmak anlamına gelen müzakere masası kurulmuyorsa sizin bu ahlaken sorunlu taraftarlığınız yüzünden.
Her gün onlarca çocuk ölürken ülkenin başbakanı çıkıp rahatça “Çözüm mözüm yok kardeşim, geçti o dönemler” diyebiliyorsa, bunda sizin taraftarlığınızın payı hayli yüksek.
Çünkü bu tarafgir yaklaşımla toplumu da taraftar olmaya itiyorsunuz.
İşte toplumda oluşan bu taraftarlık duygusu ölümlerin kanıksanmasına neden oluyor.
İki kesim de sizin bu tavrınızdan güç alıyor. İki taraf da sizin sayenizde kendini daha haklı görüyor ve çatışmayı sonuna kadar sürdürüyor.
Demem o ki demokrasi için silahtan başka bir yol bilmeyen Kürt hareketinin peşine takılarak Türkiye’ye demokrasi getiremeyiz.
Devletin yanlışlarını savunarak da ülkenin daha huzurlu, yaşanabilir olmasını sağlayamayız.
Dağda hayatla bağını koparmış, katı bir ideolojik fanatizmle şiddete teslim olmuş PKK yöneticileri veya iktidar hırsıyla vicdanlarını kaybetmiş ülke yöneticilerinin safında yer alarak, bu ülkeye huzur getiremeyiz.
Daha fazla çocuğun ölmesinin önüne geçemeyiz.
Aydınlar, yazarlar, kanaat önderleri ve bu kimseleri taraftar olmaya zorlayan okurlar…
Bu çocukların kanı hepimizin eline bulaştı.
Bilmem farkında mısınız?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.