Türkiye’de en güçlü üç ismin Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan olduğunu düşünüyorum. Erdoğan ile Gülen bir süredir birbirleriyle savaşıyorlar. Öcalan’ın adım adım şiddetlenen bu savaş hakkında ne düşündüğünü en azından şimdilik bilmiyoruz. Ancak eldeki verilerden hareketle Öcalan’ın ve ondan hareketle Kürt siyasi hareketinin nasıl bir pozisyon alabileceği konusunu tartışmamız mümkün ve gerekli.
Kuşkusuz akla hemen Gezi direnişi geliyor. Kürt hareketi ilk günlerde Gezi’ye şüpheyle bakmış, arkasında çözüm sürecini sabote etmek isteyen odakların bulunma ihtimalinden ürkmüş ve dolayısıyla direnişe mesafeli yaklaşmıştı. Daha sonra PKK’nın üst düzey yöneticilerinin özeleştirisini yaptığı bu tutum hiç kuşkusuz hükümeti çok rahatlatmıştı. Ancak bu sefer durum çok farklı çünkü taraflar belli, kavga nedenleri hemen hemen biliniyor ve Kürt hareketinin her iki tarafla belli bir tarihi var.
Hükümete yakın, cemaate uzak
İşte o tarihe hızla göz attığımızda Kürt hareketinin Gülen cemaatine uzak, hükümete yakın olması akıllara yatabilir. Her şey bir yana, hükümet bir süredir Abdullah Öcalan’ı merkeze alan ve hareketin tüm unsurlarını şu ya da bu ölçüde kapsayan bir çözüm sürecini yürütüyor. Ve Gülen cemaatinin bu sürece karşı olduğu algısı çok kuvvetli. Örneğin süreci en çok tıkayan sorunlardan biri olan KCK tutuklamalarının bir “cemaat projesi” olduğu düşüncesi hâkim; nitekim, tutuklu BDP’li milletvekillerinin çıkmasını hükümetin istediği ama cemaatin engellediği ileri sürülüyor.
Kürt hareketinin cemaate hep kuşkuyla baktığını Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan İmralı Zabıtları’nda Öcalan’ın ağzından okumuş ve Kandil’deki geri çekilmeyle ilgili basın toplantısının ardından bizzat Murat Karayılan’dan dinlemiştik. Son cemaat - hükümet savaşı üzerine Cemil Bayık, Mustafa karasu gibi PKK/KCK yöneticilerinin de esas olarak Gülen cemaatini, özellikle de onun devlet içindeki paralel örgütlenmesini hedef aldıklarını gördük.
Cemaatin tavrı
PKK tarafından sevilmemenin Fethullah Gülen’i ve onun cemaatini rahatsız ettiği tabii ki söylenemez. Bu hareket uzun bir süredir Öcalan ve PKK’sız bir çözümün mümkün olduğunda ısrar etti, buna AKP hükümeti ve Erdoğan’ı da belli ölçülerde ikna etmeyi başardı ancak cemaatin stratejisinin çözümü mümkün kılmadığı da anlaşıldı. Buna bağlı olarak hükümetin kendilerini devre dışı bırakarak başlattığı son çözüm sürecine cemaatin pek yardımcı olmadığı belli. Bununla birlikte Gülen’in yeni duruma uygun politika değişikliklerine gittiğine de tanık oluyoruz. Örneğin Irak Kürdistanı’nda yayın yapan Rudaw Gazetesi’ne verdiği mülakatta (http://rusencakir.com/Gulenden-Kurtce-egitim-acilimi-Gec-oldu-ama-iyi-oldu/2049) ana dilde eğitimi “adil olmanın gereği” olarak sundu ve savundu.
Gülen’in Kürt siyasi hareketinin yasal kanadından bazı isimleri Pennsylvania’da bizzat kabul etmesi de, cemaatin tutumunda bir yumuşama olduğunun, en azından bir diyalog arayışının işareti olarak görülmelidir.
Bundan sonra...
Şurası muhakkak ki, dün Gezi direnişi sırasında olduğu gibi bugün de cemaat-hükümet savaşı sürerken Kürt hareketi istese krizi derinleştirecek adımlar atabilir ve hükümeti, dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ı iyice zor durumda bırakabilir. Ama şu ana kadar atmadı, bundan sonra da atacağını sanmıyorum. Kimileri bunu, Kürt hareketinin, özellikle de Öcalan’ın hükümete, dolayısıyla Erdoğan’a, bir ölçüde de MİT’e ve Hakan Fidan’a sahip çıktığı şeklinde yorumluyorlar ve böyle yorumlamayı sürdürecek gibiler.
Şahsen Kürt hareketinin sahiplendiği şeyin hükümet ya da Erdoğan değil çözüm sürecinin kendisi olduğunu düşünüyorum. Eğer siyasi iktidar süreci ciddi ve dinamik bir şekilde sürdürürse Öcalan ve Kürt hareketini yanında görmeye devam edebilir, aksi takdirde iyice yalnız kalacaktır. Bu da ülkedeki dengelerin iyice altüst olacağı anlamına gelecektir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.