Değerli diplomat Oğuz Demiralp’ın, Cumhuriyet için yazdığı makale, “Türkçe edebiyat” deyimine şair-yazar Özdemir İnce’nin itirazı üzerine yayınlanmadı.
Sayın İnce’ye göre doğru olan “Türkçe edebiyat” değil “Türk edebiyatı”dır.
Gerekçesi de Cumhuriyet’le yaşıt, “Kürt”e ve “Kürtçe”ye olan tahammülsüzlüktür.
Yani “Türkçe edebiyat” deyimi ile “Kürtçe edebiyat”a kapı aralandığı iddiasıdır.
“Kürt”ü yok sayan bir eğitimle yetişen neslin, 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde, hala yerinde sayması “tebessüm” ettiricidir.
Sayın Oğuz Demiralp’ın, bu süreç üzerine 17 Ekim’de T24’te yazdığı, “Kürt vatandaşlarımızla birlikte ifade sorunu” makalesi, her türlü takdirin üzerindedir.
Bu değerli, gerçek bir Türk aydınına yakışır objektiflikteki görüşler, mutlaka okunmalıdır.
Sözün özü, Özdemir İnce’nin “Türkçe edebiyat” ve “Türk edebiyatı” deyimleri üzerindeki endişesini ve eleştirisini yadırgadım.
İki deyim de, annemizden emdiğimiz süt kadar doğrudur.
“Türkçe edebiyat” demenin “Kürtçe edebiyat” yol açma anlamına kullanıldığı tezi ise kargaları güldürecek kadar ilkelliktir.
Türkçeyi, 1959’da eğitime başladığım Muş-Bulanık Cumhuriyet İlkokulu’nda (şimdilerde Mehmet Akif Ersoy İlkokulu) öğrendim.
Van- Çatak’ta ilkokul ikinci sınıfta, Kürt değil Türk olduğumu, Ankaralı öğretmenim Yusuf Kabakçı’nın dayatmasıyla şuuraltıma işledim.
Üç teneffüs dahil bana tek ayak üstünde durma cezası veren sevgili öğretmenim, son derste Türküm deyince, zafer kazanmanın coşkusuyla beni yerime oturttu.
Türkçeyi öğreneli bir yılken yaşadığım bu travmaya cevabım ise 50 yaşımda, gazeteci olarak Başbakan Bülent Ecevit’e ithaf ettiğim Kürtçe hikaye kitabım “Xezala min, Delala min (Hazalım Nazlım)”ı yayınlamak oldu.
Bu kitabımın, günümüzde bazı üniversitelerin Kürdoloji bölümlerinde materyal olarak kullanılması ise gururumdur.
Bunu takiben, değerli tiyatro yazarı Cuma Boynukara tarafından oyunlaştırılan iki Kürtçe klasiği, Türkçeden anadile çevirdim:
“Mem û Zîn ve Arîn (Demirci Kawa Destanı.”
Daha fenası, dedem Molla Zahirê Tendûrekî (Malazgirt’in köyü), 1925’te aruz vezniyle yazdığı Kürtçe, Farsça ve Arapça “Divan” ile dimdik ayaktadır.
Türk edebiyatında üç dille yazan edebiyatçı tanımıyorum, duymadım.
Nûbihar Yayınları, bir dizi Kürtçe divani kültür hayatımıza kazandırırken, beri tarafta “Kürtçe edebiyat” mı, “Kürt edebiyatı” mı sorusu, Güneş’i tartışmak kadar anlamsızdır.
İkisi de kabulümüzdür.
İki deyimin de başımızın, gözümüzün üstünde yeri vardır.
Yani gönül rahatlığı ile “Ser seran ser çavan” diyoruz.
Rahmetli Mehmed Uzun, Mahmut Baksi ve bir dizi Kürt yazarın değişik dillere çevrilen eserleri, kültür dünyamız için birer gurur kaynağıdır.
İNKAR DEĞİL KABUL
Edebiyat tarihine göz attığımızda, Türkçe ve Kürtçe eserlerin neredeyse aynı dönemlerde gün yüzüne çıktığını görüyoruz.
Bunun en sıcak örneği, Eylül 2020’de Muş Alparslan Üniversitesi öğretim üyeleri ve görevlileri tarafından hazırlanan “Bulanık-Kop” kitabında, Nevzat Eminoğlu’nun kaleme aldığı makalede dile getiriliyor.
“Geçmişten Günümüze Bulanık’ta Yazılı Edebiyat” başlıklı yazıda şunlar kaydediliyor: “Kürt ve Türk edebiyatlarında, İslam öncesi dönemde yazılmış eserlerin varlığına ilişkin belgeler vardır. Ancak edebi ve kitabi anlamda elimize ulaşan ürünler, İslam sonrası döneme aittir. Türk ve Kürt edebiyatları, ilk yazılı ürünlerini 11. Yüzyıl’da vermeye başlar. Bu ilk ürünler, her iki dilin de Doğu lehçeleriyledir.
İlk Türkçe eserler, Türkçenin Doğu lehçeleri olan Hakaniyece ve Çağataycadırlar.
Bunlardan “Kutadgu Bilig” 1069 yılında Yusuf Has Hacip, “Divan- ül Lügat’ü Türk” ise Kaşgarlı Mahmut tarafından 1074’te Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.
İlk Kürtçe eserler ise Kürtçenin Doğu lehçeleri olan Lorca ve Goranca’dır.
Kürtçede ilk edebi eserler, Baba Tahir-i Uryan’ın 1010 yıllarında Lor lehçesiyle yazdığı “Dubeytî” divanı ve Baba Seheng-i Dewdanî’nin Goranî lehçesiyle yazdığı 1045 tarihli “Defterê Dewdanî”dir.
Her iki dilin edebiyatlarının zirve eserleri 16. Yüzyıl’da ve bu dillerin Batı lehçeleri ile yazılmıştır. Türk edebiyatının zirve isimleri Fuzuli, Baki, Nevi, vs. 16. Yüzyıl şairleridir. Batı Türkçesi olan Azeri ve Anadolu lehçelerini kullanmışlardır.
Ayni şekilde yazılı Kürt edebiyatının zirve isimleri de Hariri, Melayê Cezîrî, Feqiyê Teyran’dır.” (Bulanık-Kop, s. 292, 293).
Anadolu orijinli kültürleri inkar değil sahiplenmek, gücümüze güç katar.
NOT: “Bulanık/Kop: İnsan-Coğrafya-Tarih-Kültür” kitabını, 10 günde zevkle okudum.
Herhalde editörden sonra ilk okuyan benim.
Kitabı, Alparslan Üniversitesi’nin 33 akademisyeni ve dışarıdan destek olan dört yazar, Muş’un tarihi ilçesi Bulanık’ı, insan, coğrafya, tarih ve kültür açısından ele alarak, kültür dünyamıza kazandırdı.
Kitap, Eylül 2020’de Çizgi Kitapevi Yayınlarından çıktı. 706 sayfalık hacimli kitabı, projenin mimarlarından öğretim görevlisi Nevzat Eminoğlu, bana gönderdi.
Editörlüğünü Doç. Dr. İrşad Sami Yuca’nın yaptığı değerli eseri, eleştirel bir gözle inceledim.
Düşüncelerimi, telefon ve mesajla kendisine ilettim.
60 yıldır uzak olduğum memleketimi, özellikle kadim yer isimleriyle yeniden bana yaşatan bu genç yazarları, yürekten kutluyorum.
Bu çalışmanın ortaya çıkması, şüphesiz Muş Alparslan Üniversitesi sayesindedir.
Güzel ata yurdum Muş’a, bu güzide ilim yuvasını kazandıranları da, bir kez daha minnetle anıyorum.
Bulanık/Kop, şu başlıklar altında en ince detayına kadar gözler önüne seriliyor:
1. Önsöz, 2. Coğrafya ve toplum, 3. Tarih, siyaset, basın, 4. Kültürel ve edebi doku, 5. Eğitim-kadın, 6. Dini hayat, 7. İktisadi yapı.
Çok kültürlü bir belde olan Bulanık, Türkiye’de ebediyete kadar sürecek huzur ve güvenin canlı bir laboratuvarıdır.
1 Kasım 2020-Bodrum
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.