Şahsıma sıkça sorulan bir sorudur. “Diyarbakır üzerinde bunca ısrarın sebebi nedir”, diye! Bunca serencamdan, bunca altüst oluştan sonra hâla sorduğunuz sorunun yanıtını bulamamışsanız eğer, sorunun muhataplarına verilecek bir yanıtım yok, ifadesi belki kimilerine “kaba” üslupla verilmiş bir yanıt gibi gelecek ama ne yapayım ki böyle!
Dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Cumhuriyetin 85 yıllık geçmişi, bütün haklı talepkârlıkların kanla, acıyla, gözyaşıyla; ezcümle şiddetin olanca çeşidine halkların reva görülmesiyle ilintili bir vakıadır.
Bu durum en çok Kürtlerin talepkârlıklarında varlık bulan bir hale karşılık gelen bir durumdur. 1920’li yıllarla birlikte, Şeyh Said Kıyamından sonra her Kürt hak talepkârlığı acımasızca bastırlımış, eğer ölümden kurtulmuşsa Kürt, en hafifinden akibeti iskân kanunları gereği mecburen sürgün edilmek olmuştur.
Kürt coğrafyasının gündelik hayatına nüfuz eden ise, Kürdün adının dahi telafuzunun yasağı, Kürtçe konuşmanın kelime başına para cezasına reva görülmesi, Kürtçe diye bir dilin ise “30 kelimeden mütevellit uyduruk bir dil” olduğu kaba ve resmi Türk politikasıdır. Bütün bir cumhuriyet reel politiği bu tarz-ı hâlin üzerine bina edilmiştir. Bütün o “Güneş Dil Teorilerinin” arkasında yatan ana tema, cumhuriyetin üzerine bina edildiği resmi, tekçi kimliğin bir başka halkı (hatta halkları) yok varsayıp, onun üzerinden yeni bir Türk kimliği var etmenin yoludur. Sadece yolu mu? Değil elbet. Bir de üstüne üstlük bu “reel politiğe” tebayı inandırıp savunuculuğa soyundurmaktır aynı zamanda…
İşte bu noktayı nazardan yeni bir durum okuması yaptığımızda Kürtlerin siyasal anlamda haklı ve direngen talepkârlığıdır ki; kimi Türk siyasetçilerinin yüzlerini Diyarbakır semalarına doğru döndürüp; “Yolun Diyarbakır’dan geçtiği” tezini sıkça tekrarlamalarına sebep. Durduk yerde mi bu kerameti kendinden menkul ve Türklüğüne toz kondurmayan siyaset erbapları “Kürt realitesinden” Diyarbakır eksenli olarak konuşuyorlar. Elbette hayır. Kürt mücadelesinin dayattığı iklimsel ortamdır onların dilinin pasını çözen.
Peki, ala, siyaseten böyle bir durumun zuhur etmesine ortam hazırlayan yapı diğer alanlarda da kendini hissettiriyor mu(ydu)? Mesela kültür, kimlik, sanat gibi alanlarda Kürt coğrafyasına yansıyan neydi?
Açık ve net olarak vurgulamak kaydıyla; Kürtlerin legal siyasal alanlarda varlık gösterisinde bulunmaya başlamaları ve 1999 yılından itibaren bölgede Diyarbakır başta olmak üzere kimi belediyeleri almaya başlamaları ile yeni bir süreç başladı. Sürecin siyasal zemini hayli acılı geçti. Dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı gözaltına alınıp kaba tabirle Kürtlerin “gardı” ölçüldü. Sonraki süreçte dilden, kimlikten, kültürden söz eden Kürt siyasetçilerinin başı beladan kurtulmadı. Halen de demokles kılıcı gibi tepelerinde sallanıyor. “Çok dillilikten” söz etti diye İçişleri Bakanlığı kararıyla görevden alınan Kürt belediye başkanlarını Kürt halkı henüz unutmadı. Kürt kimliğinde ısrar ediyor diye onlarca davaya maruz kalan belediye başkanlarını da Kürt halkı henüz unutmadı…
90’lı yılların sonuna kadar büyük ölçüde İstanbul eksenli cılız bir Kürt edebiyatı varlık gösterisine tanık olan hayatın, Türkler hiç farkına varmadı. Ya da varmak istemedi. Mehmed Uzun tekil örneğindeki gibi Kürtçe’den Türkçe’ye çevrilen Uzun’un kitaplarını bile uzun süre görmezlikten geldiler bu bilinenlerdendir. Kürtler ise açıkçası içine daldıkları büyük siyasal mücadele kavgasından dolayı edebiyatı pek de ciddiye al(a)madılar. Sonra Kürt belediyelerinin “festivaller” ve “edebiyat günleri” türünden kültürel varoluş serencamları kendini hissettirmeye başladı. Tabi bu arada İstanbul eksenli olarak Kürt edebiyatının daha çok Türk’e izahatlı varoluşu da kendini yine sürdüredurdu.
Ama ifade etmek gerekiyor ki; epeyce bir zamandır Kürt entelijansıyası artık İstanbul’a mahkûm olmamak gibi bir çabanın içerisinde. Hele hele Kürtçe yazanlar! Örneğin Kürtlerin son birkaç yıldır günlük olarak yayınlanan ve sürekli baskılar, kapatmalarla boğuşan Azadîya Welat Gazetesinin merkezi, günlük yayına geçtiğinden beri Diyarbakır. Diyarbakır’da aylık olarak sadece Kürtçe çıkan Kovara W gibi dergiler yayın hayatında. Kürtlerin Lîs, Belkî, Bîr, Aram, Ava, Ronahî, Deng gibi merkezleri Diyarbakır’da olan yayınevleri var. Mesela Lîs belki başlıbaşına incelemeyi kanımca hak eden bir yayınevi. Altıncı yılına girip 80’e yakın kitap basıp bunların arasında Ehmedê Xanî’nin “Hemu Berhem” başlığı altında bütün eserlerini tek ciltte basıp okura sunması! Yine Erebê Şemo’nun Şivanê Kurmanca adlı Kürtlerin modern anlamda ilk romanı olan eseri Kiril alfabesinin kimi harflerini de kullanarak tıpkıbasımı ile birlikte bugün kullanılan Kürtçeye de uyarlaması gerçekten dikkate değer.
Elbette bu saydığım Diyarbakır merkezli yayınevleri büyük ölçüde Kürtçe kitaplar basıyorlar. Ayrıca bu yayınevlerinin üzerinden potansiyeli olan, editoryal, entelektüel ve derdi dil olan edebiyat yazarları ve okur profili gelişiyor. Enstitüler, dil merkezleri, kültür sanat kurumları, sinema ve tiyatro toplulukları, çağdaş sanat yapıları ve daha nicelerini ise sayıp dökmek her zaman mümkün…
İşin açıkçası uzunca bir zaman dilimi içinde bir dile yapılmış en büyük hakaretti o dilin gelişimine engel olmak. Bu hakareti Kürtler; olanca ret, inkâr, imha ve asimilasyon politikaları ile uzunca bir süre yaşadılar. Ama Kürt siyasal mücadelesi “işi” öyle bir sürece soktu ki; dil (kasıt Kürt dilidir) yoksa hiçbirşey yoktur, ötesi teferruattır, noktasından hareketle dilin mümkünatı olan her alanda kullanımında ısrarcı davrandı. Başta da çok haklı ve doğru olarak edebiyatta, bir de kendini ifadede. …
İşte mekân ve coğrafya eksenli çabanın bir halka, sonra o halkın diline, sonrasında da aynı halkın edebiyatına yansıyan yüzü kanımca budur.
Bilmem “Kürt” derken, “Kürt coğrafyası” derken ve “Kürt edebiyatı” derken; Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Feqîyê Teyran, Melayê Batê gibi geleneksel Kürt edebiyatçılarından ve dengbêj seslerinden beslenerek modern Kürt edebiyatına yol açan Mehmed Uzun gibi şahsiyetlerden söz ederken, Diyarbakır, Diyarbekir ya da Amida veya Amed ısrarımda haksız mıyım?
Bu ve benzer noktalar için “Kürtlüğü İstanbul’a hapsetmeye” çalışanlara inat, “Alternatif ve Muhalif Diyarbakır” eksenli Kürt entelijansıyası mutlaka gerekli. Bu perspektif içinse mutlaka Diyarbakır’da yaşamak gerekmiyor. Dünyanın neresinde yaşanıyor olursa olsun; Kürtlerin siyasal, kültürel, entelektüel kâbesi konumunda olan Amed’e yüzü dönük yaşamak ve acaba “Diyarbekir ekolü” ne diyor demek, sanırım yetiyor da artıyor bile…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.