Siyasi açıdan önemli anlar yaşadığımız günlerdeyiz.
Türkiye'nin İŞID'e karşı kurulan koalisyona adım adım yaklaşması, bu çerçevede tezkerenin onaylanması, Türkiye'nin Suriye'de almak istediği (güvenli cepler üzerine kurulu) güvenlik tedbirlerinin ana hatlarının ortaya çıkması sıcak gelişmelerin bir cephesini oluşturuyor.
Öte yanda Davutoğlu hükümetinin Kürt sorununa ve çözüm sürecine ivme getirme arayışı var. Çerçeve Yasa'nın uygulanmasına yönelik paket yasallaştı ve yeni bir adım daha atılmış oldu. Paket, çözüm istikametinde kurumsal yapılanmayı, eylem ve yetki alanlarının belirlenmesini, tedbirler ve politikalar tanımını ve muhtemel katılım mekanizmalarını içeriyor. Bir anlamda inşaat planlarının tamamlandığını, sıranın inşaatın başlamasına geldiğini gösteriyor.
Ancak, tüm iyi niyetli beyanlara rağmen, 'bu, mümkün olacak mı?' sorusu hala ciddi bir anlam taşıyor.
Kritik bir soru, zira gündemin yukarıda altını çizdiğimiz iki maddesi, daha doğrusu Türkiye'nin bu iki konuda izlediği politikalar arasında ciddi bir çelişki görüntüsü var.
Hükümet yürüttüğü çözüm süreci etrafında İmralı'da Öcalan'la görüşür, Kandil ve Avrupa'da örgütle, PKK'ya görüşmeler yapılabileceğini söyler, bunlara yönelik yasal güvence sağlarken, diğer taraftan Rojava'ya bakışında ve güvenlik cebi politikasında PKK'yı hedef örgütlerden birisi olarak tanımlıyor.
Bu ise bir sorun öbeğine işaret ediyor.
Askerin Bakanlar Kurulu'na sunduğu planda sadece IŞİD'in değil, PYD-PKK tehlikesinin altının çizilmesi, Kandil'in Türkiye'nin PYD'nin yıkımını isteyen bir destek politikası izlediğini iddia etmesi ve savaş tehdidinde bulunması bu durumun açık göstergeleri.
Türkiye'nin güvenli bölge ve askeri tahkimat arzusu, Kandil tarafından Rojava'daki Kürt özerkliğinin hedeflenmesi, PYD'nin iktidar alanının elinden alınması girişi olarak değerlendiriliyor.
Buna karşın Rojava'daki özerk Kürt oluşumunu tanımayan, Türkiye Kürtleri ile Suriye Kürtleri arasına siyasi açıdan kesin çizgiler koyma politikasını sürdüren Türkiye'nin, risk olarak tanımladığı karşı güçler arasında sadece Esad ve IŞİD değil, aynı zamanda PKK da bulunuyor. Nitekim PKK'nın Rojava'yı kullandığı, alan genişletmeye çalıştığı ve buradan hareketle Türkiye ve çözüm süreci üzerine baskı oluşturmaya çalıştığı fikri Ankara'ya hakim...
Çözüm süreci irade beyanı ve çerçeve oluşturma açısından olumlu seyrederken, paradoksal olarak derinde yatan güvensizlik bugün somut yeni unsurlarla derinleşme riski taşır hale gelmiş bulunuyor.
Öcalan'ın son açıklaması bu riski teyit ediyor.
Nitekim Kandil'le çıkan her kriz ya da her tahrik sonrası devreye girerek duruma ince ayar veren, barış sürecinin önemine ve değerine dikkat çeken Öcalan, bu kez bunun yanında farklı bir noktaya işaret ediyordu:
'Ortadoğu'nun JİTEM'i olarak da ifade edebileceğimiz IŞİD gibi vahşi bir örgütün neler yapabileceğine bütün dünya tanıklık ediyor. Kobanê kuşatması sıradan bir kent kuşatması olmanın çok ötesinde, sadece Kürt halkının demokratik kazanımlarını hedeflemekle kalmayıp Türkiye'yi de yeni bir darbe sürecine sokacaktır. Bu katliam girişimi amacına ulaşırsa hem süreci sonlandıracak, hem de yeni ve uzun sürecek bir darbenin temellerini atacaktır.
Kobanê ve Rojava meselesini doğru anlamak isteyen herkes bu gerçekliği iyi kavramalıdır. Türkiye'de sürecin ve demokrasi yolculuğunun çökmesini istemeyen herkesi Kobanê'ye gereken ciddiyet ve sorumlulukla sahip çıkmaya çağırıyorum...'
Güvensizlik krizini hafife almamak gerek...
Kandil'in baskı politikası ne kadar rahatsızlık vericiyse, Türkiye'nin Rojava'daki tutumu da o kadar rahatsızlık verici ve riskli...
IŞİD'e karşı Türk-Kürt eylem planı hala mümkün...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.