2013 muhtemel gündemine dair tespitler yaparken, üç meselenin, anayasa meselesi, Kürt meselesi ve Suriye meselesinin altı çiziliyordu. 'Değişim sürecinin aşırılık ve aksaklıkların tamiri' de 'dördüncü bir mesele' olarak gündemin daimi bir ögesini oluşturuyordu.
Bugün bu dörtlünün gündemi iyiden iyiye, üstelik iç içe girerek şekillendirdiğini görüyoruz.
Gelişmeler ortada:
Keskin bir iktidar hamlesiyle Kürt meselesinde Öcalan'la yapılan görüşmeler, çatışma defterinin kapanmasına yönelik bir ışık…
Buna paralel olarak anayasa konusunda AK Parti ile BDP arasında yakınlaşma, AK Parti'nin anayasa hazırlık sürecine önerileriyle ağırlık koymaya başlaması…
Başbakan'ın adli temizlik süreçlerinin aksaklıklarıyla ilgili 'Başbuğ'a terörist diyeni tarih affetmez', 'Tutukluluk halleriyle ordu zafiyete düşüyor' tarzı çıkışları… Bu çerçevede en önemlisi kendisine karşı darbe hazırladığı iddasıyla hüküm giymiş bir orgenerali ziyareti…
Gören her göz Türkiye'nin kritik bir eşikte bulunduğunu farkeder.
Büyük değişim hamlesi eski düzenin yıkık kırık yapılarını dağıttı. Şimdi soru, yeni düzen yapılarının hangi plan ve malzemeyle inşa edileceği haline dönüştü.
Hedef demokrasiyse kabul etmek gerekir ki, bu inşa meselesinde umut veren ve umut kıran dalgaların arka arkaya hissedildiği bir siyasi atmofere sahibiz.
Nitekim KCK operasyonları ve otoriterleşme hali tartışılırken, İmralı'yla çözüm görüşmeleri de başlayabiliyor. Siyasi iktidar tarafından teşvik edilen adli süreçler kimi hukuksuz durumlar üretirken, aynı siyasi iktidar bu durum ve süreçlere karşı keskin sembolik hamleler yapabiliyor. Anayasa hazırlıkları konusunda partilerarası siyasi kopukluk yaşanırken, Anayasa Komisyonu anayasa metninin üçte biri konusunda mutabakat oluşturabiliyor…
Yuvarlana yuvarlana, sınayarak, güç çatışmaları ve dengeleri içinde, mevcut zihniyet kalıplarından beslendiği oranda onları zorlayarak yapılan bir siyaset tarzı diyelim…
Ve bütünü gözden kaçırdığınız anda sizi savuracak bir siyaset alanı…
O bütüne baktığımız zaman gördüğümüz, 'kritik eşik' açısından, 'doğru kefe'nin git gide ağır basmasıdır. Bunu özellikle 'dört mesele'nin iç içe giren, siyaset ve demokrasi istikametindeki seyrinden anlıyoruz.
Bu iç içe girişi en iyi temsil eden 4. Paket olarak bilinen, 'İnsan Hakları Eylem Planı'dır.
Nasıl?
Bu paketlerin, işkence suçlarında zamanaşımını kaldırma orantısız polis gücüne ceza verme, vicdani retçiye hak tanıma gibi pekçok önemli düzenlemeyi içermesi yanında, önemli 'iki siyasi vurgu'su var.
Bunlardan ilki, 'İnsan Hakları Eylem Planı'nın, şiddet ile siyaset arasına mesafe koyarak, şiddet içermeyen siyasi eylemleri suç olmaktan çıkararak 'siyasi alanı ya da siyaset yapma alanını genişletecek' düzenlemeleri öngörmesidir.
Bugünkü müzakere ortamı da dikkate alınacak olursa, bu düzenlemelerin, KCK gibi soruşturmaların seyrini de değiştirerek, Kürt meselesini bir asayiş nesnesi olmaktan çıkarması, siyasetin silahı ikame etmesinde olumlu bir rol oynaması kaçınılmazdır.
Paketlerdeki 'ikinci vurgu', adli süreçlerdeki hukuksuzlukları gidermek, adli süreçleri hukuk rayına oturtmak arayışı olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede öngörülen düzenlemeler şunlar: Hukuka aykırı elde edilen delillerin yargılamada dikkate alınmaması, arama, el koyma ve iletişimin denetlenmesine ilişkin mevzuatın AİHM içtihatlarına göre değişmesi, tutuklamanın zorunlu hallerde uygulanması, tutuklama kararlarının AİHM içtihatlarında belirlenen standartlar doğrultusunda gerekçelendirilmesi, hukuka aykırılık içeren gözaltı ve tutuklama işlemlerinden dolayı kesinleşmiş karar bulunmaksızın tazminat davası açılabilmesi…
Bardağın dolu tarafı iyice görünür halde…
Umalım, bardak devrilmesin, su dökülmesin…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.