Avrupalının Müslüman’a ve Türk’e yaptığını, Türkiye’de Türk devleti Kürd’e yaptı ve daha yeni yapmamayı öğreniyor. Avrupalı nasıl kendisini merkeze alıp Türk/ Kürt/ Arab’a Ortadoğu adını layık gördüyse, Türk devleti de Kürdistan’a Güneydoğu adını verdi.
“Doğu” veya “doğulu” gibi kavramların Orta ve Batı Türkiyeli vatandaşın zihninde husule getirdiği çağrışımları düşünün bir an. Ortalama vatandaş, yolu düşmese bile “Doğu”yu vahşilik, terör, kebap, lahmacun, duygusallık, kardeşlik yani acınacak ya da nefret edilecek hususiyetlerin tasvir ettiği bir yer olarak gördü. Ya dövülmeye ya da acınmaya layıktı oradaki insanlar. Kemalistlerin te’dip, dindarların ise şefkat elini uzatmasının sebebi budur.
Ortalama olmayan, mesela asker, özel tim, ülkücü gibi daha hususi bir misyon ile oraya giden veya nazarı oraya dönen silahlı mahlukatın algılamaları ise daha mütecavizdi: Onlar için “Doğu”, ya muti kullardan ya da terör sempatizanlarından oluşurdu. Asayiş için her türlü muamele normaldi. Çünkü “devlete karşı geliyor, ülkeyi bölmek istiyorlardı. Terörist olmayanlar ise çok iyi insanlardı. Biz onları kardeşimiz gibi sevdik. Arada bir fark görmedik”.
Misyonla oraya giden (silahlı) adamın bilinçaltında orası OHAL, dolayısı ile yüksek maaş alınacak, ya da OHAL’den istifade ile talan edilecek ve her türlü suiistimalin yapanın yanına kâr kalacağı müstemlekeden bir av sahası idi. Bunlar geride kaldı diyenler çıkacaktır. Evet, ama bunlardan geriye kalanlar var. Bütün bir “Doğululuk” söyleminin kabuğunu yırtıp kaldırmadan şimdiki marazları da net göremeyiz. Yüzeydeki çoğu suiistimal ve şiddet ortadan kalkmış olsa bile derinde uzunca süre kalmış olan ve hâlen de cari bir hastalıklı zihniyet var.
Marx gibilerin “Doğu”lular için söylediği “onlar kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir” anlayışının aynısına Doğu’nun küçük Batı’sı kendi Doğu’su için sahiptir. Kürtlere her türlü haklar verilmeli ama onlar kendi kendilerini yönetemezler. Onlara olağanüstü hâl veya olağan hâl valisi “atanır” ama onların “kendi seçtikleri” tarafından yönetilmeleri sözkonusu olmaz. Belediyelerini idare edebilirler çünkü yetkileri siyasilikten sosyalliğe düşürülecek şekilde budanmıştır. Belediye yönetimi Kürdistan’da siyasi değil hane bakımı kabilinden siyasala varmayan sosyal bir tasarruf olarak dizayn edilmiştir. Kürd’ün siyasete giren kısmı ya Kürt olarak girmemiştir ya da terörist olagelmiştir.
Kürdistan’a ilişkin en iyimser Türk oryantalist tema daha önce de yazdığım üzere “çocukluk”tur. Kürtlerin politik buluğa dâhil olmalarına imkân tanımayan bu “çocuk” muamelesi esasen yabancı olsa çok hasmane olacak bir ötekileştirmenin aile içi versiyonudur. Çocuğun ve Doğulunun yol gösterilmeye ihtiyacı vardır.
Direkt sömürge (mesela OHAL) dönemi geride kaldığında bile Türk oryantalizmi hükmünü icra etmeye devam eder. Mesela barış sürecini pek çok dindar Türk Müslüman kardeş şöyle anlıyor: Ne güzel, ateş sönüyor. Artık Doğu’ya yatırımlar yapılabilecek, ülke ekonomisi bir yükten kurtulacak, turizm patlayacak ilaahir. Bu tavrın Türkçesi şuna benzer: Bir insan esaretten çıkacak ve ona hakkı iade edilecek. Ve sizin tepkiniz “işyerimde eleman açığı vardı. Ne güzel, şimdi bu adamı işçi olarak çalıştırabileceğim”. Bir insanın hak ve hürriyetlerine, adaletin yerine gelmesine tepkisi “bundan ben veya devletim ekonomik olarak ne kazanır” olan insan, ister dindar olsun ister dinsiz, beş para etmez bir insandır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.