Öncelikle belirtelim, bu kavganın temel ayaklarından biri petroldür ama kavga petrol ile sınırlı değil, kavga denkleminin birden fazla bileşeni var. Sünni-Şii gerilimi denklemin bir diğer bileşenidir ve denilebilir ki Musul’un düşürülmesinde çok teslim edilmesinde Sünilerin, mezhepçi Maliki rejimine karşı isyanı yatmakta. Eğer Sünni Arap halkının isyanı olmasaydı IŞİD, ne Felluce’de ne de birkaç bin militanla iki milyonluk kent Musul’da denetim kurabilirdi. Demek ki, Musul’un düşürülüşü üzerinden; Washington hakimiyetinde, Erbil-Bağdat ve Ankara- Bağdat’ın yanı sıra Şii-Sünni Arapların arasındaki gerilimin ortadan kaldırılması da masada. Bunlar az ya da çok aşıldığı an, IŞİD ya kendisi Musul’dan çekilecek ya da kısa sürede oradan atılacak.
Kürt hükümeti ile Bağdat hükümeti arasında, gerek Irak Federal Anayasası’nın hükmü olan Kerkük statüsünün referandumla belirlenmesini konu alan 140. maddenin uygulanmasına, üzerinden yıllar geçmesine rağmen, Maliki hükümetinin yanaşmamasının yarattığı sorunlar; gerek Kürdistan petrolünün uluslararası pazarlara Türkiye üzerinden taşınma yöneliminin ABD ve Maliki hükümetinde yarattığı büyük rahatsızlık (ki öyle ki Irak merkezi hükümeti işi uluslar arası mahkemelere taşımaya kadar götürdü); gerek Suriye üzerinden yaşanan küresel ve bölgesel kamplaşmada Erbil’in Irak hükümeti ile ayrı düşmeleri; ve derken Barzani’nin Avrupa’da Kürdistan petrolüne pazar ve bağımsızlık için zemin yoklamasının aralarında ki gerilimi tırmandırdığı;
ABD’nin dün Irak işgaliyle girdiği bölgesel yönelimde, önce Irak sonra Suriye’de siyaseten tıkandığı, Mısır dahil bölgede Rusya’nın başını çektiği Doğu eksenli siyasetin güç kazandığı koşullarda; Irak’ta Kürtleri, Şii Maliki rejimi ile ve Şii Maliki rejimini de, Sünni Araplarla dengeleme politikalarıyla yeniden kendine bağlamaya çalıştığı;
Suriye BAAS rejiminin ise, Batı’nın ehveni şer olarak kendisine fit olmaları için IŞİD başta olmak üzere radikal İslami gruplara bir yere kadar var olmalarına kısmen göz yumma siyasetini izlediği;
Şii Maliki rejiminin yüzyılların “intikamını alma” ruh haliyle Sünni Araplara nefes aldırmadığı koşullarda, Sünnilerin IŞİD dahil Maliki rejimini “imana getirecek” her türlü seçeneğe destek verdiği siyasal iklimde IŞİD Musul’u ele geçirdi. Hem de küçük bir militan kadro ile!
Öncelikle Sünni Arapların gerek Batı Irak’ta gerekse orta ve Doğu Suriye’de IŞİD’e desteği olmadan bu mümkün olmazdı ama işin içerisinde başka hesaplar da var. IŞİD sınırlı bir militan güçle önce 3.5 milyonluk Musul’u çatışma olmadan ele geçirdiyse; ardından Kuzey Doğuya yani Kürdistan bölgesine ve Güney Doğu’ya yani Bağdat’a doğru harekete geçiyorsa; Selahaddin kenti başta olmak üzere birçok kent ve kasabayı çatışmasız ele geçirdiyse, IŞİD’in gücünü ve hatta Arap Sünni aşiretlerinin desteğini aşan başka güçlerin de farklı hesaplarla devrede olduklarını akla getiriyor. Yanı denklem çok bileşenli ve derinden işliyor.
I- ABD kaybettiği yerden yani Irak’ta yeniden “kazanma” peşinde!
Irak’ta, yüzyılları bulan Sünni mezhepli iktidarların baskısı altında olan Şiiler, BAAS rejiminin 2003 yılında devrilmesiyle iktidar olunca baskı mekanizması bu kez Sünnilere çevrildi. Çoğunluğu oluşturan Şiilere dayalı siyasal iktidar, yaşadıkları yüzyılların mezhep baskısından hiç ders çıkarmamış olmalılar ki, bu kez kendilerinin aynı Arap ulusundan Sünni Arapları baskı altına almaya başlamaları, IŞİD’in Sünni Araplar arasında yer edinmesinde ve Musul’un düşürülmesinde önemli bir etkendir.
Sünni Arap aşiretleri bir süreden beri, kendilerini dışlayan, baskılayan Maliki iktidarına karşı alternatif arayışlar içindeydiler. Seçim yoluyla iktidar bloğunun değişmesi, örneğin Kürtler, Sünni Araplar ve ılımlı Şiileri de içerecek iktidar yolunu hep denediler ama başarılı olamayınca başka arayışlara yöneldiler. Maliki iktidarına karşı “Sünni Araplar olarak ayrılırız” tehdidini her önemli siyasal gerilimde gündeme taşıdılar. Dolaysıyla IŞİD örgütünün çıkış noktasının Irak’ın Sünni Arap bölgesi olması tesadüf değil.
Buna ABD’nin Ortadoğu’da özellikle Irak’ta, İran karşısında “eşekten düşmüş” halinin yarattığı yeni arayışlarını ekleyelim. ABD’nin kendi eliyle iktidara getirdiği çoğunluk Şii rejiminin daha ilk adımda İran’a yanaşıp kendisine dirsek gösterilmesine karşı bu kez Sünnileri, Şii iktidarını hizaya getirmenin aracı olarak kullandığı görülüyor. ABD, kendisinin geliştirdiği Avrasya egemenlik projesinin ürünü olarak iktidar şansı bulan Şii Maliki iktidarının kendisinden çok İran’a yanaşmış olmasının yarattığı şaşkınlığı atar atmaz, Şiileri başka türlü kendine mecbur etmenin yollarını aradığı bilinir. Musul’un IŞİD’in eline geçmesiyle birlikte Maliki’nin alelacele “ABD, Irak’a geri dönmeli” demesi, ABD’nin bu kez Sünni Araplar üzerinden Maliki iktidarını hizaya getirmeyi denediği ve ilk hamlede başarılı gözüktüğü söylenebilir.
Kısacası ABD, Irak’ta kaybettiğini Suriye üzerinden yeniden kazanmak istedi ama başaramadı. Bu kez Ukrayna üzerinden hem bölgede hem de Kafkasya’da elini güçlendirmek istedi yine olmadı, olmuyor, derken yeniden ilk kaybettiği yerden yani Irak’ta mevzi kazanmak istiyor. Bunu da Şiileri, Sünniler ile Kürtleri de Şiilerle dengeleyerek ve “ben olmazsam siz Irak’ı bir arada tutamazsınız” mesajını kimi pratik adımlar üzerinden vererek denediği görülüyor.
II – Kürtler, Bağdat ile pazarlık masasına Kerkük ve petrolü getirecekler
Diğer önemli gelişme, Kürdistan petrolünün, ABD ve Maliki hükümetinin itirazlarına rağmen Kürdistan hükümetinin, Türkiye üzerinden uluslararası pazarlara çıkarma adımlarıdır. Tam da Mesud Barzani’nin Fransa başta olmak üzere kimi Avrupa ülkeleri liderleri ve Vatikan’da Papa ile görüşerek, bir yanda Kürdistan petrolüne pazar araması diğer yandan bununla bağlantılı olarak Kürdistan’ın bağımsızlığına ilişkin ön yoklamalarda bulunmasının hemen ardından Musul’un düşürülmesi daha doğrusu sanki birilerinin düşürülmesine göz yummaları birbirinden bağımsız değildir. Musul güvenlik güçlerinin tek kurşun sıkmadan kenti IŞİD militanlarına terk etmesi eğer bir yanıyla ABD ve hatta Maliki iktidarının üzerinde uzlaştığı bir senaryonun parçası değilse o zaman gerçekten IŞİD’ın gücü üzerinde başta Kürtler olmak üzere herkesin derin düşünmesi gerekir.
Irak Şii iktidarının ABD’ye rağmen İran’a yakınlaşması Washington-Bağdat ilişkilerini germişti. Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinde pazarlanması yönelimi ise beraberinde Erbil-Bağdat ve hatta Erbil-Washington ilişkilerini de germesi, Bağdat-Washington yakınlaşmasını getirdi. Kürdistan hükümeti, sahip olduğu petrol ve doğal gaz kaynaklarının kendi inisiyatifinde uluslararası pazarlara açılmasının yolunu Türkiye üzerinden bulması Türkiye’nin de birden fazla nedenle hesabına gelmiştir. Şiisistan (Irak, İran ve Suriye’deki Şii rejimler) ile çevrili durumda bulunan Kürdistan hükümeti; hem Batı ile ilişkileri hem de Sünni olması nedeniyle çıkışı Türk devleti üzerinden aramıştır. Bu arayış Türk devletinin de Sünni eksenli bölgesel politikalarının yanı sıra Kürt meselesinde ki arayışlarıyla da belli ölçüde örtüşmüştür. Denilebilir ki bu örtüşme; Kürt hükümetinin politikalarına uygunluğu kadar, tersinden de Türk devletinin de ucuz elde edeceği Kürt petrol ve doğal gazının yanı sıra Misak-ı Milli içerisinde tahayyül ettiği Batı ve Güney Kürdistan politikalarına da uygun düşmüştür.
Türk devleti ile Kürdistan hükümetinin, Kürdistan petrolünün uluslar arası pazarlara Türkiye üzerinden taşınması başta olmak üzere geliştirdikleri çok yönlü ekonomik, ticari ve siyasi ilişkiler, Şii Maliki hükümeti kadar ABD’yi de rahatsız etmiş dahası ikisini yakınlaştırarak ortak arayışlara itmiştir. Maliki hükümeti, “Kürtler, Türkiye üzerinden benden bağımsız bugün petrol ve doğal gazını pazarlarsa yarın bağımsızlık ilan edebilir” korkusunu taşırken; ABD ise, “benim Irak’ta Saddam rejimini devirmemle iktidar olan Şiiler İran’a yaklaşırken, Sünni Kürtler de Türkiye’ye yaklaşıyor. Kürtler Türkiye üzerinden petrol ve doğal gazlarını pazarlama imkanı bulurlarsa bu bölgeyi zaten 400 yıl yönetme arka planına sahip olan Türkler ile yeni ortaklıklar kurar ve beni bölgeden kapı dışarı ederler” derin korkusunu taşımakta.
IŞİD’in Anbar vilayetinden Musul’a oradan Halep’e uzanan Sünni Arap haritasında ilerlediği hatta “Bağdat’ın üzerine yürüdüğü” zeminde, ABD bir taş ile iki kuş vurma hesabı yapmakta. ABD, kendisine rağmen petrole Türkiye üzerinden pazar arayan Kürtleri Maliki ile dengeleyerek ve yine kendisine rağmen İran ile derin ilişkilere giren Şiileri ise, Sünni Araplar ile dengeleyerek tüm taraflara ve bu arada Türk devletine de “ben olmadan siz bir şey yapamazsınız” mesajını veriyor ama bunu başarır mı göreceğiz! Çünkü ABD’nin Ortadoğu aklının (politikasının) İngilizler ile kıyaslandığında yüzeysel olduğu, stratejik derinlikten çok kovboy silahşörlüğüne dayandığının birçok pratik üzerinden görüldüğü dikkate alınırsa bu kez nasıl bir sonuçla yüzleşeceği doğrusu merak konusu.
ABD’nin sözünü ettiğim politikalarının başarılı olması; öncelikle, Kürdistan yönetimiyle Bağdat’ın aralarında ki sorunlarını çözme yani Kürtler lehine yeni adımların atılması; Sünni Arapların üzerinde Maliki iktidarının kurduğu baskı çemberinin kırılmasına bağlıdır. Fehim Taştekin’in özetlediği gibi, “Elbette Erbil, peşmerge ile Irak ordusuna omuz verdiğinde Kerkük’te ertelenen referandumun yapılması, petrol gelirlerinin paylaşımıyla ilgili krizin çözülmesi, Türkiye üzerinden petrol ihracatına izin verilmesi, Musul ve Selahaddin’de ihtilaflı bölgelerin Kürdistan’a bağlanması gibi tavizler bekliyor. Yine IŞİD’e geçit veren Sünni aşiretler de eski statülerini arıyor.”
III – Büyüyen IŞİD tehlikesiyle Güney Kürdistan’da tehdit altındadır ama birçok nedenle esas Batı Kürdistan risk altındadır. Yarın öbür gün IŞİD Musul’dan atılırsa (ki atılması ya da kendisinin çekilmesi kuvvetle muhtemeldir) esas Batı Kürdistan tehdit altında olacaktır. IŞİD farklı güç merkezlerinin bölgesel hesaplarını arkalar ve önemlisi yarın gücünü esas Batı Kürdistan üzerinde yoğunlaştırırsa tehlike büyüyebilir.
Tam da bu koşullarda Kürtler arası geniş birliğe ihtiyaç vardır. Kürdistan Ulusal Kongresi’nin tam da vücut bulması gereken siyasal iklimde yaşıyoruz. Birlikte hareket ederlerse tüm parçalarda Kürt siyaseti yeni mevziler kazanabilir. Çağrımız, zaman geçirilmeden ulusal kongrenin toparlanmasıdır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.