"İKİNCİ Yarısı" diye bir kitap çıktı, belki duydunuz. Kızamık şekeri gibi bir kitap yapmak istedim, sanırım da üç aşağı beş yukarı öyle bir kitap oldu. Bugünlerde herkesin canı sıkkındı biraz, onu hafifletmek istedim. Kendi can sıkıntımı da elbette. İnsanlık hallerine belli bir mesafeden bakmak istedim. Bilirsiniz, hayatın o kadar da kötü olmadığını anlamak için bazen bir mesafeden bakmak gerekir.
"İkinci Yarısı" sebebiyle imza günleri, söyleşiler oldu. Binlerce okurla karşılaştım böylelikle. İzmir, İzmit, Ankara, Diyarbakır, İstanbul, Mersin... Çok şaşırtıcı, çok sevindirici, çok dumur edici şeyler oldu bu karşılaşmalarda. "Ne Anlatayım Ben Sana!" sayesinde tanışıp evlenen bir çift gördüm mesela. Başka kitaplar neyse de ölüm oruçlarıyla ilgili bu kitabın iki insanı evlendirmesi... Şaşırdım işte. Hiç görmediysem yirmi tane gazetecilik bölümünde okuyan ve "Siz olmak istiyorum" diyen genç kadın gördüm. "Ben" olmanın iyi bir şey olduğuna bu kadar inanmaları nefesimi kesti. Mersin'deki bir okurum turunç reçeli, bir başkası bir kutu Antep fıstığı getirmiş, artık aynî yardımlarla yaşayabilecek hale geldiğimi düşündüm. İzmit'te genç bir hamile kadın beni görünce ağlamaya başladı, benim de gözlerim dolunca karşılıklı manasız öyle ağlaştık gibi bir şey oldu. Diyarbakır'da bir okur, bütün o kalabalığın arasında "Ben imza filan istemiyorum, sizinle rakı içmek istiyorum" dedi. Ben duraksayınca şöyle bir cümle kurdu:
"İnsan ömründe iki saatin ne önemi var ki!"
Doğru aslında.
Birkaç genç adam sevgili olmak istedikleri genç kadınlar için imzalattılar ve o kadınların kendilerini sevmeleri için bir şey yazmamı istediler kitabın başına. Yazdım, umarım işe yaramıştır.
Bütün bunların içinde, kitaptaki "Küçük Kara Balık Izgara" yazısıyla ilgili aynı soruyu soran insanlar vardı. Şehirler boyunca aynı soru:
"Sizce Küçük Kara Balık'ın sonu gerçekten kötü mü oldu?"
Şah rejimi tarafından öldürülen İranlı yazar Behrengi'nin çocuklar için yazdığı bir hikâyedir Küçük Kara Balık. Kahramanca açık denizlere gider, maceralar yaşar ve dönüp hikâyelerini anlatır. Hikâyenin sonunda Küçük Kara Balık'tan kimse haber alamaz. Annem bana bunu okuduğunda sonu daha iyi bitiyordu tabii. Ben de hep o hikâyenin kaderimi belirlediğini düşünmüşümdür ve kitaptaki yazı da bunun üstünedir. Velhasıl insanlar bu hikâyeden bahsettiler imza günlerinde, sohbetlerde. Küçük Kara Balık'ın sonunun iyi olmadığı ortadaydı ve eğer benim kaderim de onunkiyle çiziliyorsa... Anladınız işte.
Ama sonra düşündüm de... Küçük Kara Balık'ın sonu dışarıdan iyi görünmüyor olabilir. Ama bu kadar insan gelip de benim anlattığım hikâyeleri dinliyorsa, insanlar benim hayal ettiğim şeyleri okuyor ve sonra evlerinden çıkıp, saatlerce bekleyip benimle konuşmaya geliyorsa... Bir Küçük Kara Balık'ın sonu ne kadar kötü olabilir ki?
"İkinci Yarısı" için benimle buluşmaya gelen herkese teşekkür, iyi ki varsınız.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.