Bundan üç dört yıl önce AK Parti'nin iç kabinesinden önemli bir isim 'Türkiye'nin iki vesayet sorunu var diyordu, biri asker vesayeti, diğeri cemaat vesayeti, ikisinden de kurtulmak lazım...'
Bugün yaşananı bir bakıma böyle tarif etmek mümkün.
İki sorun birden yaşıyoruz:
Vesayet sorunu... Vesayeti kaldırmaya çalışırken ortalığı kırıp dökme, hukuk dışına çıkma sorunu...
Bu çizgi dünden bugüne uzanıyor.
2000'lerin başına gidelim. Demokrasi istikametinde askeri vesayetle mücadele kaçınılmazdı. Devlet içindeki özerk askeri alanı ortadan kaldırmak, karar süreçlerindeki askeri unsurları devre dışı bırakmak, bunlara yönelik askeri itirazları, tehdit içeren girişimleri mahkum etmek, yargı önüne çıkarmak demokratik bir gereklilikti.
Ancak bu süreçte ölçü kaçtı. Ağır hak ihlalleri yaşandı. Başka bir vesayet arayaşının devreye girmesiyle, bu adli süreçleri kendi güç mekanizmasına çevirme hamlesiyle, bunun sonucu olan keyfi soruşturma ve yargılama biçimleriyle, bu ölçüsüzlük ülke demokrasine ağır bir fatura çıkardı.
Öylesine ki sivilleşme, demokratikleşme, askeri vesayetten arınma politikaları bile bu ihlallerin gölgesinde kalmaya başladı.
Gelelim bugüne...
Cemaat vesayeti, cemaatin vesayet arayışının çıkardığı bir krizle karşı karşıyayız. Diğer devlet birimleri yanında yoğun olarak emniyet ve yargıda kritik noktaların bir cemaat tarafından kontrol edilmesi, polis, yargıç ve savcıların yetkilerini bu cemaatin talimatları ve çıkarları istikametinde kullanması demokratik düzende kabul edilemez bir durumdur.
Ve bununla mücadele etmek bir kaçınılmazlıktır.
Arınma mücadelesini veren esas olarak cemaatin hedefi olan siyasi iktidardır.
Bu arada şunu görmek gerek: Barışma ve kavga siyasi olarak anlam yüklüdür. Cemaat-AK Parti işbirliği ve bunun bozulması ve iktidar kavgası yaşanması meselesini abartarak, tek boyutlu ele almamak gerekir. Siyasi iktidarın işbirliği yaptığı cemaat mensubu olan devlet memurlarıydı. Siyasi iktidar cemaatin sivil taleplerini karşılarken, örneğin pek çok üniversite açmasına yol verirken, cemaate yakın isimlere çeşitli görevlerde sorun çıkarmazken, muhtemelen kuvvetli bir cemaat stratejisi ve eylemiyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu. Cemaatin derinliğinin de yeteri kadar farkında değildi. Bunun kanıtı 7 Şubat MİT kriziyle gafil avlanmasıdır. Daha da öte 17 Aralık krizine tümüyle çıplak yakalanması, bir anda, ilk anda aciz duruma düşmesidir. Ortada hükümet açısından üç yıl önce açılan bir sayfa vardır. Vesayet arayışının farkına varma ve bununla mücadele bugün tüm ülkeyi ısıtan bir aşamaya gelmiştir.
Ve siyasi iktidar bu aşamada tüm gücünü ve konsantrasyonunu bu mücadeleye yöneltmiştir, elindeki tüm imkanları kullamaktadır.
Ancak biliyoruz ki, bu mücadele doğru araçlarla yapılmazsa, askeri vesayetle mücadeledeki hukuksuzluk tablosunun tekrar ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Mücadelede meşruiyet ve hukukilik birbirinden kopmamalıdır. Aksi halde burada yara alacak olan tek tek kişiler ya da topluluklar değil, doğrudan doğruya hukuk devleti ve Türk demokrasisidir.
Yasallık ve meşruiyet bütünlüğü için bir imkan var...
Hanefi Avcı'nın Silivri'de altını çizdiği bir imkan: Sahtecileri ve sahtelikleri bulmak ve teşhir etmek.
Hükümet bunu yolsuzluk dosyaları ve soruşturmaları üzerinden yapamaz, inandırıcı olmaz. El atılması gereken askeri vesayetten arınırken ortaya çıkan hukuksuz durumlar ve hak gasplarıdır.
Bu imkan hem adaletin tesisi, hem devlet düzeni, hem krizin dindirilmesi açısından bir fırsattır.
Somut olarak ifade etmek gerekirse, tamirat, Ergenekon, Balyoz, Oda Tv gibi temelde 'temizlik' ve 'sivilleşme' esasına dayalı adli yaptırım süreçlerinin içindeki çürük durumları görmek, bunları ayıklamak ve bu çerçevede adaleti ve hukuku tesis etmektir.
Şimdi buraya el atmak gerek...
Adaleti tesis, vesayete karşı mücadelede hukuka sarılma ve siyasi alanı şeffaflaştırma...
Acilen...
Ve şunu unutmadan:
Böyle bir adım sadece bir hak tamiratından ibaret olmaz. Değişim ve demokratikleşme sürecinde yeni ve kritik bir dönemeç oluşturur.
Zira bu tür bir adım cemaatçi toplumsal dokunun açtığı yaraların tamiratıyla ilgilidir.
Bu tamirat ise bir anlamda, liyakat ve adalet esaslı yeni bir meşruiyeti mümkün kılacak bir 'toplumsal uzlaşma' imkanı demektir.
Siyasi iktidarın bunu görmesi, liyakat fikrini içselleştirmesi gerekir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.