Ankara’da bir yargıç, herhalde “en iyi içeride korunur, canını dışarıda koruması zor olur” filan diye düşünmüş olmalı, Ayhan Çarkın’ın tutukluluk haline ilişmedi, ama Susurluk çetesinin silahlı kanadından yedi kişiyi tahliye etti.
Yurtdışına çıkış serbest, tahliye edilenler için herhangi bir adli takip filan da yok.
Hâkim Hakan Oruç, sanık avukatlarının talepte bulunmamasına rağmen böyle ibretlik bir karar aldı. Tahliye edilenlerin arasında İbrahim Şahin de var.
Taraf muhabiri Arzu Yıldız, Ayhan Çarkın’ın itiraflarda bulunduğu tarihten bu yana süreci yakından izliyor. Arzu’nun bu konudaki haberi, dün Taraf’ta manşetten verilmişti.
Türkiye’nin nasıl bir süreçten çıkıp bugünlere geldiğini anlamak için Taraf’ın haberlerine bakmak yeterli.
Geçmişin hesabını sormak, ve bu kanlı geçmişle hesaplaşmak söz konusu olduğunda, bu haberlerde yazılanlar çok öğretici oluyor. Başkalarının acılarına ve uğradıkları adaletsizliğe ortak ediyor sizi bu haberler. Bazıları umutla dolduruyor içinizi, bazıları hayal kırıklığı yaratıyor.
Tahliye kararının alındığı hafta içinde, işkencede gözleri oyulmuş, kulakları kesilmiş Aysel Öztürk’ün babası Hıdır Öztürk, Ankara’da İnsan Hakları Komisyonuna yaşadıklarını anlatmıştı.
19 yıldır yaşadığı acıyı hafifletecek büyük bir umutla gelmişti başkente.
“Cesedi parçalanmış, gözleri çıkarılmış, kulakları kesilmiş bir evladın babası olarak buradayım” demişti Hıdır Öztürk.
Hıdır Amca, surlukçuların tahliye edildiğini duyunca, Ankara’dan kimbilir nasıl bir hayal kırıklığıyla ayrıldı..
Ama Yeşil’in MİT’e verdiği ifadelerin savcılıkça istenmesine de sevinmiş olmalıdır.
Dün Taraf’ta yer alan Bahar Budancir’in haberi sevindiriciydi.
“Savcı Yeşil’in peşinde” başlığıyla verilen habere göre, Diyarbakır’da görevli, özel yetkili savcı Osman Coşkun, Mehmet Eymür’ün ifadesinden sonra MİT’ten Yeşil’in verdiği ifadeleri istemiş. Bu konuda dört-beş kez yazı yazdım, suç duyurusunda bulundum. Talebim, savcının talebiyle aynıydı. Yeşil’in MİT’e verdi ifadenin mahkemelere verilmesi. Nihayet bu talep gerçekleşmiş oldu şimdi.
Mehmet Ali Birand, dün “Devlet bilgi vermeyi öğrensin” diyordu. Galiba temel sorunlardan biri de bu. Şimdi bekleyip göreceğiz. Eymür’ün doğruladığı ve “MİT’in arşivlerinde” dediği Yeşil’in bu ifadesi Fırat’ın öte yakasında ve batıda işlenen birçok cinayeti aydınlatabilir.
Bu haberi okuduğunuz zaman kimi yargıç ve savcıların soruşturmaları derinleştirmeye yönelik çaba içinde olduğuna inanmak istiyor ve aslında sürecin devam ettiğini düşünüyorsunuz.
Ben hükümetin ve devlet bürokrasisinin bu çabaları engellemeye yönelik planlı bir taammüdün ya da birtakım siyasi pazarlıkların içinde olduğunu düşünmek istemiyorum..
Türkiye’nin bu aşamayı çoktan geçtiğini ve geriye dönüşün mümkün olmadığını biliyorum.
Ama izlenecek yol, yöntem, bakımından ortada büyük belirsizliklerin olduğu da bir gerçek.
Bu yüzden de, bazı mahkeme karalarına şüpheyle bakmak gerekiyor.
Özel Harekâtçıların tahliye edilmeleri Mehmet Ağar’ın basın toplantısından sonra gerçekleşti.
Ağar’ın o basın toplantısı, onlarca cinayet ve kanlı infazla hatırlanan bir döneme ait “kolektif suçların” henüz ifadesi bile alınmamış öbür müsebbiplerine bir mesajdı belki.
Ağar yaşadığı sahipsizliği hem onlara hem Elazığlı hemşerilerine hatırlatmış oldu böylece.
“Mesaj” bir şekilde yerini bulmasa, bu tahliyeler gerçekleşir miydi, hiç sanmıyorum.
Özel Harekâtçıları tahliye edip, itiraflarda bulunan Ayhan Çarkın’ı içeride bırakan Yargıç Hakan Oruç’un verdiği kararın hukukla bağdaşır bir yanı yoktur. Hakan Oruç, “Ayhan Çarkın’ın beyanları dışında somut delil elde edilemediğine” hükmetmiş ve sanıkların yedisinin tahliyesine karar vermiş. Adli denetim veya yurtdışına yasak filan da koymamış.
Özel Yetkili Savcı Hakan Yüksel, karara itiraz etti. On sayfalık dilekçesinde hâkimin göremediği delilleri bir bir sıraladı.
Susurluk süreci kanlı bir dönemin adıdır. Kitle katilleri, siyasiler, mafya babaları, devletin en üst düzeyinde çalışan istihbarat bürokratları hep iç içe olmuşlar.. İşledikleri suçların tümü de kolektif suçlardır. Devlet bu kolektif suçların istihbarat bilgilerini mahkemelerle paylaşmadığı sürece, sonuç alınması mümkün olmaz.
Hükümetin artık bu gerçeğin farkında olduğunu gösterecek uygulamalara geçmesinin ve adım atmasının zamanı geldi. İstihbarat kurumlarının sahip olduğu arşivler mahkemelere bu dönemde açık hale gelmeden, yargı sürecinin ilerlemesi mümkün olmaz.
Devlet önce bilgi vermeyi öğrenmelidir.
Geçmişiyle hesaplaşmaya çalışan, ama bu hesaplaşmanın yöntemlerini, hukukunu belirleyemeden yola koyulmuş bir ülkenin sıkıntılarını, açmazlarını yaşıyoruz.
Geçmişle hesaplaşırken gelip bir arafın içine saplandık.
Bu araftan çıkmak için kimsenin hafife alamayacağı bir kararlılığa ihtiyacımız var.
Dersim için özür dileyen Başbakan’ın ve Hrant Dink için DDK’yı harekete geçiren Cumhurbaşkanı’nın suskunluklarını bozması gerekiyor..
Türkiye’nin yaşadığı bu hesaplaşmanın asla sonuçsuz kalmayacağını ve mağdurların yıllardır büyük acılara rağmen sürdürdükleri adalet arayışının sahipsiz olmadığını göstermek, her şeyden önce Sayın Erdoğan ve sayın Gül’e düşer..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.