Tanınmış şef aşçı ve TV yıldızı Gordon Ramsay’in “Mutfak Kabusları” (“Kitchen Nightmares”) diye bir programı var. Her bölümde Ramsay iş yapmayan bir lokantaya gider. Burada nelerin yolun gitmediğini tespit eder. Sonra yanlışları düzelterek o işletmeyi ayağa kaldırır.
Ramsay, olması gerektiği, gibi işe hep mutfaktan başlar. Kokmuş soslar çöpe atılır. Duvarlar beyaza boyanır. Yağla kaplı, is karası ocaklar silinir, parlatılır. Ardından menü elden geçirilip, sadeleştirilir. Lokantanın kimliğine göre, pişirilmesi iyi bilinen, yöresel ürünlerle hazırlanabilecek üç-dört görece basit yemeğe indirgenir.
Daraltılmış, amaç odaklı takıma uyum sağlamayan kimi çalışanlarla gerekiyorsa el sıkışılıp, ayrılınır. Son olarak, samimi, yakın çevreye yönelik, doğrudan bir tanıtım kampanyasıyla yeni başlangıç, potansiyel müşteri kitlesine duyurulur.
Pekiyi bizim köhnemiş hariciye mutfağında leziz dış siyaset pişme olasılığı var mıdır? Yoktur. Askeri darbeleri yaşayan hariciye kendini “praetorian” cumhuriyet muhafızları arasında konumlamıştır. Kısaca sittin sene Genelkurmay’a ikinci kemanlık yapmıştır. Demirperdenin yıkılışıyla sarsılan ezberi de içeride AKP iktidarı, dışarıda ABD’nin Irak’a askeri harekatıyla hepten bozulmuştur.
Esasen tekçi düzenlerde, aşağıdaki tüm oyuncular o tepedeki teke oynar. Dolayısıyla, vasatın tasallutu kaçınılmaz olur. Tepedeki tek, Portekiz’deki Cristiano Ronaldo gibi antipatik, veya Galler’deki Gareth Bale gibi sempatik olabilir. Yine de kuru kalabalıktan ancak tepedeki teke en yoğun hizmeti sunanlar sıyrılacaktır. Oyun böyle kurgulanmıştır, başka türlüsü mümkün değildir.
Tekçi bürokrasi düzeninde en gözde renk gridir. En hışırlar en birinciliğe taliptir. Vasatlık biteviye kendi kendini yeniden üretir. Ta ki içinde çalışılan düzenin dışından gelecek bir etmenin tetikleyeceği anıtsal boyuttaki çöküş anına varıncaya dek. Her çöküşün kendiliğinden bir yeniden doğuş anlamına gelmediğini de bilmek gerekir. Olası yeniden doğuşun zamanlamasını kestirmek de olanaksızdır.
Demokraside doğru dış siyaset için etkin TBMM, özgür medya ve sivil toplum/akademi denetimi şart. Öyleyse ne kadar demokrasi, o kadar diplomasi midir? Pek öyle değil. Hesap verebilirliği yüksek ülkelerin diplomasisi, emir-komuta zincirinin (“bloklararası bağlantı” diyelim) daha kısa olduğu Rusya, İran gibi ülkelerinkinden hep ve her yerde önde değil. O yerler, çoğunlukla çatışmalı ortamlar. Mesela günümüzdeki Irak ve Suriye.
Diplomaside gelenek, kurumsal hafızanın etkisi ne olmalıdır? Demokratik bir cumhuriyette (mesela Fransa) devlet aygıtının “aklından” söz edilebilir mi? Devletin aklı olamaz, arşivi olur. Diplomatlık da masabaşında elde sayfalarca kalem yazılarak, türlü muhatapla türlü baskı ortamlarında saatlerce biriktirilen müzakere deneyimleriyle, ayaklar sahaya basılarak öğrenilir.
Sanırım Şef Ramsay’i bizim hariciye mutfağına soksak, işe yazışma üslubunu doğrudanlaştırarak başlardı. Meslekiçi eğitime ağırlık verir, yükselme sınavlarını artırırdı. Mesleğe alımda nicelikten çok, niteliğe yönelirdi. Çoğu sahraaltı Afrika’da malum nedenden açılan Büyükelçiliği kapatırdı. Başta Arapça olmak üzere mesleğe yeni girenlerden beşerli-onarlı grupları her yıl dil eğitimine gönderip, genelcilikten bölge uzmanlığına geçerdi.
En çok zorlanacağı aşama ise o menüyü basitleştirip, yöresel ürünlerle hazırlanacak üç-dört yemeği belirlemek olurdu. Türkiye hariciyesinin nelere kadir olduğunu anlamak için belki yukarıdaki ilk ulusal mimari akımının nadide bir örneği olan bina fotografını önüne koyar düşünürdü. Belki bir kağıda “Araplararası sorunlara methaldar olma, akıl sormazlarsa verme. Rusya’yla iyi geçin ama mesafeni koru. Yerin Batı’dır ama kendi bölgende dünyanın egemen güçlerinin uzantısı gibi algılanma.” yazardı. (Gazete Duvar)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.