Eh, gözümüz aydın, JİTEM de yokmuş.
Tam 21 insanın öldürülmesinden sorumlu olarak yargılanan sanıklar yüce Türk yargısı tarafından beraat ettirildiler.
Beraat edenlerden biri de “JİTEM’İ bilmem jötem’i bilirim” diye bir de dalga geçti.
Fransızca “seni seviyorum” demeyi biliyormuş.
Onun bildiği tek şeyin o olmadığını da o bölge halkı biliyor.
Öldürülen kurbanların yakınları sadece bu kararın acısını yaşamıyorlar bir de adamların alaycılıklarıyla aşağılanıyorlar.
Bunun benzerini biz 28 Şubat döneminde de görmüştük, JİTEM’in kurucularından olan Jandarma Genel Komutanı, Meclis’in çağrısına cevap vermeye bile tenezzül etmemiş, televizyonda fevkalade küçümseyici bir gülümsemeyle “JİTEM diye bir şey yok” deyip herkesle alay etmişti.
O zamanlar bu küstah kibirlerini “devleti” arkalarına almalarına borçluydular.
Şimdi neye güveniyorlar böyle dalga geçerken?
Gene devlete.
Devlet arkalarında.
Vur, öldür, işkence yap, sonra da kurbanlarla alay et.
Bravo AKP’ye, ülkeyi bu hale getirdi.
28 Şubat, resmi üniformasını çıkartıp “sivil urbalarını” giydi.
Boşuna bu toprakların masalları, “az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık bir arpa boyu yol gittik” diye başlamıyor.
28 Şubattan bu yana on yedi on sekiz yıl geçti, aralarda neler yaşandı, bir de döndük baktık, JİTEM’ciler aynı korkunç sırıtışla karşımızda duruyorlar.
Üstelik sadece “beyaz Toros’lu” eski modelleri değil, “siyah Ranger’lı” yeni modelleri de Kürt kasabalarında cirit atıyor, sokağa çıkma yasağı ilan edip, çoluk çocuk öldürüyorlar.
Öldürmek, buradaki yöneticilerin “fıtratında” var anlaşılan.
İktidarı bir ele geçirmesinler, hemen zorbalaşıyorlar.
Dincisi laiki hiç fark etmiyor.
Öldürmeyi, şiddeti, hukuksuzluğu ve gayrimeşru yolları kendileri için mübah sanıyorlar.
Şu yargının haline baksanıza.
17-25 Aralık’taki büyük soygun davasının ardından alınan kararları bir aklınızdan geçirin.
O büyük “kırılma” noktasından önce yargı tarafından mahkum edilen kim varsa hepsi suçsuz ilan edildi.
Anlaşıldı ki ülkemizde Ergenekoncular, darbeciler, şikeciler, mafyacılar, katiller, hırsızlar yokmuş.
Darbe hazırlıkları hiç yapılmamış, 17 bin faili meçhul maktul kendi kendilerini vurup öldürmüş, Ergenekon hiç olmamış, şikenin yanına bile yaklaşılmamış… Ve tabii 17-25 Aralık’ta devleti dibine kadar soymamışlar, ihaleleri komisyon karşılığında dağıtmamışlar, evlerden, ayakkabı kutularından milyonlarca dolar çıkmamış, suçlanan bakan canlı yayında, “her yaptığım için bana başbakan emir verdi, o da istifa etsin” dememiş.
Yargı kararlarına bakarsanız bunların hiçbiri olmamış.
Burası İsviçre gibi, hukuka uyulan, düzenli, sakin, güzel bir ülkeymiş.
Fakat kendisine “paralel” denilen bir canavar çıkmış, herkese iftira atmış ve biz ülkemizde darbe hazırlığı, Ergenekon, faili meçhul, şike, mafya, soygun var zannetmişiz.
Şimdi o “paralelin” gazetelerini, şirketlerini, televizyonlarını, işveren teşkilatlarını basıyoruz, paralarına el koyuyoruz, o paraları keyfimizce yandaşlarımıza dağıtıyoruz ve her baskında ülkemiz biraz daha temizleniyor, biraz daha pir-ü pak oluyor.
Artık demokrat ve hukuksever bir ülkeyiz.
Kaçınız inanıyorsunuz bu masala?
İşin fenası çoğunuz inanıyorsunuz, daha doğrusu inanmış gibi yapıyorsunuz.
Kiminiz 17-25 Aralık’tan sonra kurulan yeni yargı düzeninde aklanan darbecilerin aslında darbeci olmadığını, aklandıklarını söylüyorsunuz, kiminiz Ergenekon olmadığını, kiminiz şike olmadığını, kiminiz devlet soygunu olmadığını.
Artık meşrebinize göre.
AKP, kendi hırsızlıklarını örtmek için “müttefik” arıyor ve AKP’nin en şiddetli muhalifi gözükenler bile kendi adamlarının “aklanması” karşılığında bu yalanları kabul edip, hırsızların “utangaç” müttefikleri arasına katılıyorlar.
Dürüstlüğü, sadece dürüstlüğü savunanlar, gerçeklerle yüzleşmekten korkmayanlar, olup bitenlerin sadece hırsızları aklama operasyonunun bir parçası olduğunu kabul edenler şimdilik pek kalabalık değil.
Zaten bu ahlaki çöküş hazırlıyor “diktatörlüğün” alt yapısını.
Neden Norveç’te, İngiltere’de, Danimarka’da, Almanya’da, Amerika’da bir siyasetçinin “diktatör” olma ihtimali bulunmuyor da Türkiye’de bulunuyor?
Bu, oradaki siyasetçilerin dürüstlüğünden değil, oradaki toplumların ahlaki standartlarının sağlam olmasından kaynaklanıyor.
Bu ahlaki çöküntü, bugün yargının neredeyse tümüyle ortadan kalkmasına, Sulh Ceza Hakimliği denilen bir kurumun rahatça hukuk dışına çıkmasına olanak veriyor.
Bağımsız ya da tarafsız yargının olmamasından şikayet edemiyoruz artık… Çünkü yargı kalmadı.
Gazetecileri dövenleri serbest bırakıp, twit atanları tutuklayan bir sisteme, “adalet sistemi” diyemeyiz.
Yargıyı, bir sindirme ve intikam operasyonunun aleti haline çeviriyor bu siyasi iktidar.
Ama bir ülkede yargıyı ortadan kaldırdığınızda, orada hükümetler de, devletler de “gayrimeşru” olur.
Çünkü “meşruiyet” hukuktan kaynaklanır.
Hukuku yok ettiğinizde, mahkeme kararları hukukun dışına çıktığında, o ülkenin iktidarının “seçimle” işbaşına gelmiş olması onu “gayrimeşru” olmaktan kurtarmaz.
“Seçim” bir hukuk çemberinin parçasıdır, hükümetlerin ve devletin meşru olması için, o hukuk çemberinin içinde kalmaları gerekir.
Seçimle işbaşına gelip de hukuk dışına çıkanlara rastladık biz tarihte, ülkelerinin de kendilerinin de sonu hiç iyi olmadı.
Milyonlarca insanın ölümüne, ülkelerinin parçalanmasına, işgal altında kalmasına neden olup, sonunda kendileri de lanetlenerek ayrıldılar bu dünyadan.
Yargı yok olurken, Türkiye siyasetiyle ve yönetimiyle hızla gayrimeşru bir zemine kayıyor.
Bunun sonucunda daha fazla şiddet, ölüm, zorbalık yaşayacağız demektir.
Şiddet yoluna girenler için dönüş yoktur.
Onları durduracak olan, toplumun direnci ve ahlakıdır.
O yüzden bugün, hangi görüşten, hangi inançtan olursa olsun insanların ahlak ve adalet sancağı altında toplanması gerekiyor.
Bu gidişatı durduramamak, buna direnememek, hepimizin sonunun karanlıkta bitmesine yol açacak.
Sessizlik, korkuyla boyun eğmek, şiddeti gerçekleştirenler de dahil kimsenin hayrına olmayacak.
Siz, insanoğlunun koyunları nasıl evcilleştirdiğini biliyorsunuz değil mi?
Dikbaşlı koçları ve direnen dişileri kestiler, o kadar çok kestiler ki sonunda koyunlar boyun eğip sessiz kalmanın hayatlarını kurtaracağına inandı.
Sessizce boyun eğdiler.
Bu onları kesilmekten kurtarmadı.
Sadece sessizce kesiliyorlar artık, sessizce uzatıyorlar başlarını kasapların satırlarına.
Dikbaşlı koçlardan olmak istemiyorsanız, kesimlik koyun olabilirsiniz.
Gidişat, ekonominin daha da kötüleştiği bir ortamda, şiddetin daha da arttığı, adaletin tümüyle ortadan kalktığı, “meşru” hiçbir kurumum kalmadığı bir “gayrimeşru” kaos düzenidir.
Üstelik, sizi kestikten sonra bir de küstahça sırıtıp sizinle alay edecekler, “jötem” diyerek geride bıraktıklarınıza gülecekler.
Oraya doğru gidiyoruz.
İster Kürt Türk, Sünni Alevi, modern muhafazakar, aynı adalet sancağının altında toplanıp direnin, ister dağınık gruplar halinde birbirinizden nefret ederek sessizce bu gayrimeşru şiddet ortamının müstakbel kurbanları arasına katılın.
Hayat hepimizi getirip bu korkunç noktada bıraktı.
Siz, “ülkemiz İsviçre gibidir, suç işleyen yoktur” diyerek sessizliğe bürünebilir, dikbaşlı koçların kesilmesini, bir de onlara söverek izleyebilirsiniz.
Sizi efendi ve sessiz koyunların arasına sokar bu.
Mezbahaya sessizce gidersiniz. (Haberdar)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.