IŞİD’in saldırılarına direnen, Suriye sınırımızın yanı başındaki Kobani odaklı tartışmalar, çözüm sürecinin geleceği noktasına kadar dayandı.
İki tez vuruşuyor.
Birinci tezi savunanlar, “Kobani çözüm sürecinin geleceğidir” diye özetlenebilecek bir yaklaşımla, Ankara’yı IŞİD’e yakın, Kürtlere her zamanki gibi uzak bir politika yürütmekle suçluyorlar.
Kürtlerin, Rojava’nın özerkliğine halel getirecek her gelişmenin ya da Kobani’nin düşmesinin sorumlusunun Türkiye’nin izlediği politika olarak göreceğini, bunun hesabının mutlaka görüleceğini, ilk darbenin de çözüm sürecinden başlayacağını savunanlar var.
Bu felaket senaryosunun karşısında ise, sınıra dayanan yüz binlere topraklarını sonuna kadar açtığını hatırlatarak, çözüm sürecinin dinamiklerini içeriden dışarıya kaydırma girişimlerine tepki gösteren bir yaklaşım var.
Bu noktada, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın, “Türkiye, kendi içinde bir soruna çözüm bulmaya çalışıyor. Çözüm süreciyle bütün bölge ülkelerinin Kürt sorunlarını çözmeye çalışmıyoruz. Her konu bununla ilişkilendirilmez. Kandil’den yapılan tehditvâri açıklamalar var. Kimse Türkiye’yi tehdit edemez. Gücün yetiyorsa IŞİD’e meydan oku” ifadelerini hatırlayalım.
Kandil’den yapılan, “Savaşa biz, barışa Öcalan karar verir” açıklamaları, hükümet cephesinden böyle yanıt bulurken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uluslararası camiaya yönelik PKK’yla mücadele çağrısı da ilk tezi savunanlar açısından ateşe biraz daha odun atmakla bir tutulmuş durumda.
Kobani alt başlığı etrafında sahneye konan taktik pozisyon alışların çözüm sürecinin temelini ne kadar sarsabileceği sorusuna yanıt ararken bazı gerçeklere dikkati çekmek gerekiyor.
Hükümetin nihai muhatap olarak ilan ettiği Abdullah Öcalan’ın vereceği mesajı, HDP heyetinin bugüne ertelenen İmralı ziyaretinin ardından öğreneceğiz.
Ancak, Kobani konusunda Kürt halkını direnişe davet edeceği, Türkiye’nin buradaki kardeşlerine sırtını dönmemesi gerektiğini söyleyeceği kesin olan Öcalan açısından Kobani, büyük resmin neresinde yer alıyor?
Çözüm sürecinde ağırlık merkezine Türkiye’yi alan Öcalan açısından Kobani’nin bir taktik sorun olduğunu ve son sıcak gelişmeleri psikolojik olarak kullanmaya çalışacağını kestirmek herhalde güç olmaz.
“Direnmeye devam, kalan sağlar bizimdir” taktiği, Öcalan mantığını birazcık kavrayanlar için iyi bir özet olsa gerek.
Kuşkusuz, örgüt ve Kürt siyasi hareketi açısından Kobani direnişini, çözüm sürecinde ellerini güçlendirecek bir argümana dönüştürme gayreti de çok anlaşılır bir hal.
Kobani saldırıları, PKK-PYD’ye uluslararası alanda biraz daha meşruiyet sağlayan, silahlı, taşlı, sopalı direnişle örgüt içindeki dayanışmayı pekiştiren ve başta ABD olmak üzere dünyanın gözünü bir kez daha Kürtlerin kontrolündeki bölgelere çeviren bir ortamı yarattı.
Buna karşın Öcalan penceresinden bakıldığında sadece Kobani çözüm sürecinin kendisi değildir.
Ayrıca, 40 yıla varan gerilla savaşının, Kobani’de başarılı bir mevzi savaşına dönüşemediği de acı biçimde görüldü.
Ve nihayet, Suriye’de 200 bin kişi ölürken dönüp bakmayan süper güçlerin Kobani’ye ne kadar ve ne zamana kadar bakacağı da aşağı yukarı ortaya çıktı.
Bu gerçekler alt alta sıralandığında, “Çözüm sürecini Suriye’deki Kürtlerin sorununu çözmek için yürütmüyoruz” yaklaşımını külliyen reddetmek gerçekçi görünmüyor.
Kobani’ye bakıp, “Savaşa biz karar veririz” diye özetlenebilecek açıklamalar yapan Cemil Bayık’ın bu sözleri de uzun erimli stratejik çözümde son muhatabın neden Öcalan olduğunu ortaya koyuyor.
Kobani direnişinin, örgüt ve siyasi hareket açısından yeni duruma göre yeni bir pozisyon almayı gerektirdiği açık.
Desteğe ihtiyaç duyulduğu da kesin.
Ancak bu destek, her kesim açısından, içeride çözüm sürecinin akıbetini Demokles’in kılıcı gibi sallandırarak nasıl sağlanır onu hesaba katmak gerekiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.