Yarışın bitişiyle birlikte bütün Türkiye ayağa fırlarken ben de koltuğun kenarına sevinçle yumruğu indirdim, Aslı ile Gamze kazandı diye çok sevindim.
Seçmelerden sonra müthiş bir doğallıkla “Bugün kendimi niye bu kadar rahat hissediyorum bilmiyorum, herhâlde sizin dualarınızdandır” diyen bir kız çocuğunu sevmemek mümkün mü?
Bilmiyorum, bir olimpiyat finalinde son on metreyi “Aslı Abla, Aslı Abla” diye bağırarak, “ablasının” birinciliğine neredeyse kendi ikinciliğinden daha çok sevinerek koşan bir başka atlet olmuş mudur.
Tavırlarıyla da “abla” olan Aslı’nın büyük bir başarıdan sonraki sükûnetini, Başbakan Erdoğan’la konuşurkenki saygılı, kendisine tanınan olanaklar için minnettar, mütevazı ve vakur tavrını, Gamze’nin Başbakan’a bir lunaparkı anlatır gibi neşeyle “burası çok güzel” deyişini izlerken insanın içi kamaşıyordu.
O anda bütün Türkiye’nin üzerinden bir ağırlık kalkmış duygusuna kapıldım, bir lahzalığına da olsa hava hafiflemişti sanki, ortak bir duygusal coşkuyu yaşamayı özlediğimizi düşündüm.
Herkesin birbirine sokulduğu, herkesin bir diğerinin sevinciyle ısındığı, bütün farklılıkları, kavgaları unuttuğu, çocuklarının başarısına beraberce sevindiği zamanlar lazım bir topluma.
Böyle anlardaki büyük duygusal kabarmaların ve kaynaşmaların yarattığı enerjiden daha güçlüsü yok, böyle bir ortak enerji rengârenk bir sihirbaz kutusu gibi içindeki umudu, güveni, sevinci, huzuru saçıveriyor topluma.
Bir toplumun başarısı böyle anları çoğaltmasıyla orantılı herhâlde.
Kendin olmaktan vazgeçmeden büyük bir kalabalığın parçası hâline gelmekteki o lekesiz ve endişesiz sevinç kadar bir toplumu mutlu edebilen bir duygu var mıdır?
Ben siyasetteki başarının da bu duygunun oluşmasına yardım edecek bir ortamı yaratabilmek olduğunu düşünüyorum.
Bu, sadece zaferle, galibiyetle, hamasi nutuklarla olacak bir iş değil.
Belki de yanılıyorum ama bunun sırrının, toplumda “bu, çocuklarımız için iyi olacak” duygusunu yaygınlaştırmak olduğunu sanıyorum, yapılanların bir ırkın, bir dinin, bir mezhebin, bir sınıfın değil, herkesin çocukları için iyi olacağını düşündürebilmek bu “ortaklığı” şekillendiriyor.
Peki, birbirinden farklı bunca kesimin tümünde “bu, çocuklarımız için iyi olacak” duygusu nasıl yaratılabilir?
Öncelikle, kimsenin “senin çocuğun için iyi olan budur” dememesiyle mümkün herhâlde bu.
Bir çocuğun “nasıl olması” gerektiğini söylemeden, herkesin çocuğunu istediği yolda, en iyi biçimde yetiştirmesinin önünü açtığınızda, bütün farklılıkları korurken, büyük “ortaklığı” da yakalarsınız.
O zaman bütün çocuklar “bizim çocuklarımız” olur.
Onları birbirinden ayırmaz, hepsi için aynı şekilde üzülür, hepsi için aynı şekilde seviniriz.
O çok istediğimiz “birlik ve beraberlik” çocuklarımızın ellerindeki meşalelerde kıvılcımlanıverir.
Siyasetçinin, başarının “bölmekte” değil birleştirmekte yattığını keşfetmesi gerekiyor önce, kendi politik çıkarını bir “ortaklıktan” elde edeceği bir siyaseti inşa etmesi gerekiyor, hiç ayırım yapmadan “çocuklarımız” diyebilmesi gerekiyor, bütün “çocukları eşit görmesi” gerekiyor.
Hayata böyle bakan bir siyasetçi olduğunda, Uludere faciasından sonra yaşananlar çok değişik olurdu.
Böyle bakan bir siyasetçi olduğunda, bir “işkenceci” polis şefi atanmazdı.
Daha önce de yazmaya çalışmıştım Bülent Arınç’ı tanımıyorum ama onun, her zaman değilse de çoğunlukla “bizim çocuklarımız” diye bakabilecek biri olduğunu düşünüyorum.
Zaman zaman çok bağnazlıklarını da görüyoruz, öyle zamanlarda dostça omzuna dokunup, “yapma Bülent Bey, farklılıkları özgürleştirmek ortaklığı güçlendirir, herkesi aynı yapmaya çalışmak böler toplumu” demek istiyor insan.
Yarın bir gün çok ters laflar söylemesi ihtimalini de hiç gözardı etmeden Arınç’ın AKP yönetiminin en vicdanlı üyelerinden biri olduğuna inanıyorum.
Dün Arınç’ın sözleri bizim gazetenin manşetindeydi.
İşkenceci bir polisin terfi ettirilmesine karşı çıkıyordu, birçok bakanın da kendisi gibi düşündüğünü söylüyordu.
AKP’nin dürüst yöneticilerinin “susma orucuna” girmek zorunda kaldığı bir iklimde bunları söylemek risk almak demek.
Ama biz “ortak sevinçleri” çoğaltacaksak, “çocuklarımız için iyi olacak” diyebileceğimiz günlere ulaşacaksak, eşitliği ve adaleti sağlayacaksak, bu ancak dürüst ve vicdanlı politikacıların seslerini yükseltmesiyle mümkün olacak.
Arınç’a toplum olarak bir teşekkür borçluyuz doğrusu.
Gamze’nin madalyasından bile çok o son metreleri “Aslı Abla, Aslı Abla” diye bağırarak koşması nasıl etkilediyse, Arınç’ın sözleri de öyle etkiledi beni.
Orada, bir insanın değil insanlığın sesini duydum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.