HDP Genel Başkanı Demirtaş ve 8 milletvekili arkadaşının tutuklanması, birçok açıdan ciddi sonuçlar doğuracak bir gelişme.
Bir siyasi partinin, mecliste üçüncü sırada kitle desteği almış bir partinin Genel Başkan ve milletvekillerinin tutuklanması demokrasiye, halkın iradesine ve demokratik sisteme olan güveni büyük ölçüde zedeleyici bir adımdır.
HDP’nin ağırlıklı olarak Kürt oylarıyla meclise taşındığı düşünüldüğünde, söz konusu durum Kürt sorununun legal ve barışçıl çözüm imkanına vurulmuş bir darbe niteliğindedir.
Dışarıdan gelen haklı tepkilerin de gösterdiği gibi, demokratik bir sistemle bağdaşmaz son uygulamalar Türkiye’nin itibarına zarar vererek onu 60 yıllık Batı ittifakından koparma noktasıyla karşı karşıya getirmiştir.
Bütün bu nedenlerle HDP’nin maruz kaldığı gözaltı ve tutuklanma olayı en başta şiddet yanlılarının elini güçlendirmiş, bu süreçte büyük sorumluluğu olan PKK’yi muhtemelen sevindirmiştir.
Özetle bu son gelişmeyle Kürdü ve Türkü ile bir bütün olarak Türkiye demokrasiden, demokratik çözümden, barış ufkundan biraz daha uzaklaştı. Şimdi önümüzde, döne göre daha belirsiz ve karanlık bir dönem söz konusu.
Kırılma noktaları
Türkiye’nin bu noktaya gelinmesinde üç temel faktörden söz edilebilir.
Birincisi 22 Temmuz 2015’te Türkiye’nin içine girdiği çatışma süreci. Türkiye bir kere bu kulvara yöneldikten sonra, her geçen gün savaş ve şiddet bataklığına daha çok saplandı ve bu durum bir girdap gibi onu bugünlere kadar getirdi.
Aynı süreç, legal siyasi alanın daralma sürecinin başlangıcı oldu.
PKK’nin savaşı kent merkezlerine taşıması ve başvurduğu hendek politikası legal siyasetin köküne dökülen kibrit suyu oldu. Dokunulmazlıklar kaldırıldığında ise artık bugünlere gelineceği açık seçik ortaya çıkmıştı.
Suriye ve Irak’ta (esas olarak da Suriye’de) izlenen Kürt karşıtı politika, Türkiye’yi sadece dışarda kıskaca sokmakla kalmadı, onu içerde de fazladan gerdi. Türkiye, içerde PKK ile yürüttüğü savaş ile Suriye’deki süreci bir bütünün parçası gördü. Bu yaklaşım, Türkiye’nin Kürt sorununda güvenlikçi anlayışa tümüyle esir düşmesine yol açtı ve düştüğü açmazı daha da derinleştirdi.
Ve en son 15 Temmuz darbe girişimi...
15 Temmuz darbe girişimi, darbe zihniyetiyle hesaplaşmak, darbe tehdidinin siyasal ve zihniyet zeminini ortadan kaldırmak için Türkiye’nin önüne büyük imkanlar koydu. Kürt sorununun demokratik çözümü, demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi yönünde umutlar yeşertti. Toplumun ve siyasetin bütün kesimleri darbe karşıtlığında birleşti.
Darbecilerin demokrasiyi ortadan kaldırmak, ülkede bir iç savaş çıkartmak istedikleri açıktı. Buna karşı siyasetin yapması gereken şey ise demokrasiyi güçlendirmek ve yaygın bir toplumsal barış ve uzlaşı ortamı yaratmaktı.
Ne var ki AK Parti iktidarı, bir darbe girişimine karşı yapılması gereken her ne varsa onun tersini yaptı. Toplumu kutuplaştırıcı bir gerilim politikası izledi. Geçmişteki Milliyetçi Cephe dönemlerini andıracak şekilde MHP ile yakınlaştı. Darbe ile ilgisi olmayan 12 bin öğretmeni açığa aldı. Kürtçe yayın yapan ve muhalif çizgideki yüzlerce yazılı ve görsel yayın organını kapattı. Binlerce öğretim görevlisini üniversitelerden atarak mağdur etti.
Hükümet, kendine muhalif her sesi susturmak gibi bir tutum içinde. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Batı ülkelerine dönük eleştiri dozunu gün geçtikçe yükseltiyor. Batı sisteminden çıkma seçeneği bile tartışılır hale geldi. Hiç gereği yokken idam cezası gündeme getirildi. OHAL çerçevesinde çıkartılan KHK kararnamelerle keyfi ve antidemokratik kararlara her gün bir yenisi ekleniyor. Kesilen internet iletişimi nedeniyle, en temel haklardan bilgiye ulaşma imkânı ortadan kaldırılıyor.
Bu tablo içinde DBP yönetimindeki belediyelere kayyum atanması ve HDP’li vekillerin tutuklanması sürpriz olmadı.
Ancak gelinen noktanın da Türkiye için hayırlı bir yer olmadığı ortada.
Mevcut durum hem Kürtler hem de Türkler için sürdürülebilecek bir durum değildir.
Kıskaçtan çıkış için
Hükümetin içinde bulunduğu ruh hali hiç de sağlıklı görünmüyor. Söz konusu ruh halini belirleyen, Türkiye’nin bir “beka” sorunu ile karşı karşıya olduğuna dair ürettiği algıdır.
Türkiye’nin sorunlu bir coğrafyanın merkezinde olduğu bir gerçek. Karşı karşıya bulunduğu sorunlar az değil. 15 Temmuz darbe girişimi derin travmalara yol açtı. IŞİD sadece Türkiye için değil bütün insanlık için baş edilmesi gereken bir bela. PKK’nin izlediği şiddet politikası en çok Kürtlere zarar veriyor.
Bütün bu sorunlara karşı yapılması gereken şey şiddet, gerilim ve anti demokratik uygulamalarla demokrasinin canına okumak olmamalıdır.
İktidar en başta söz konusu sorunların oluşumunda kendi sorumluluk ve payını kabul ederek işe başlamalıdır.
İkincisi, söz konusu sorunlarla baş etmek, şimdilerde izlenen kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı politikalarla değil, kapsayıcı ve geniş kapsamlı iş birliği ve ittifaklarla mümkün.
Bunun için de öncelikli olarak demokratik bir iklime ihtiyaç var. Her türlü darbe ve şiddet eğiliminin panzehri demokrasidir.
Diğer ülkelerdeki Kürtlerin varlığına, hak taleplerine saygı gösterilmeli ve onlarla diyalog ve iyi ilişkiler içine girilmelidir. İçerde ise Kürt meselesi eşitlik ve hakkaniyet temelinde hal yoluna sokulmalıdır.
İçerde demokrasi, barış ve eşitlik temelinde kenetlenmiş bir toplumu hiçbir güç dize getiremez. Dışarda da benzer bir politika izleyen bir Türkiye’nin bölünüp parçalanması için hiçbir neden kalmaz.
Bölünme fobisinden, beka paranoyasından vazgeçilmelidir. Sorun içerdedir, daha çok da çağı geçmiş tekçi yönetim zihniyetinden kaynaklıdır. Çözüm de içerde, zihniyet değişikliğinde aranmalıdır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.