Mete Tuncay hoca “AKP iktidarı daha 16 yıl sürebilir” demiş. Bence de... Tabii tam olarak 16 yıl olur mu onu bilemem. Ama daha uzun süre iktidarda kalma olasılığı yüksek.
Yüksek çünkü Türkiye’de siyaset, bütün dünyada da olduğu gibi, nitelik değiştiriyor. Bu değişimin ana aksı ise siyasetin “ideolojilerden” çok “sosyal kimlikler” üzerine oturması. Bugün artık kimin “sosyal demokrat”, kimin “sosyalist”, kimin “liberal” ya da “muhafazakar” olduğunun önemi azaldı. Bugün önemli olan( örneğin Türkiye’de) kimin hangi kimliğe sahip olduğu; Alevi mi, Kürt mü, İslamcı mı ya da laik mi olduğu. Dönün bakın etrafınıza siyasetten konuşurken “ideolojilerden” mi söz ediyoruz, yoksa “kimin kim” olduğundan mı?
Amerika’daki ırkçı saldırılar siyahları neredeyse ayaklandırmak üzere. İngiltere’de referandumu “Ülkemi geri istiyorum” sloganlı İngiliz milliyetçileri kazandı. Almanya’da Müslüman ve göçmen karşıtı Pediga hareketi giderek eylemlerini artırıyor. Fransa’da, Hollanda’da ve Avusturya’da benzer biçimde ırkçı ve milliyetçi hareketler ve eylemler olmakta. Neden mi?
Bu değişimin nedenleri üzerine çok şeyler söylenebilir. Örneğin küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan “yüzleşmeci bireycilik”le (Ulrich Beck), “uluslararası göçlerin” bu değişimde payları çok büyük. Ayrıntısına girmeden diyebiliriz ki bu yeni olgular “ulus-devletin” ve onun yönetim biçimi olan “temsili demokrasinin” ciddi bir krize sürüklenmesine neden oluyor. Bugün küreselleşmeyle birlikte “ulus-devletlerin” ve “temsili demokrasilerin” temel birimi olan “homojen toplum” hemen hiçbir ülkede kalmamış durumda. Bu durum Batı’daki ulus-devletler için böyle. Bizim gibi farklı kimliklerin, ulus-devlet yapıları içine deyim yerindeyse “tıkıştırılmış” olduğu ülkelerde ise var olan teğel iplikler atmak üzere.
Siyasetin “kimlikler” üzerine geliştiği bu yeni aksta ulus devlet içinde, “sandığın” ve “seçimlerin” sayıca üstün olan kimliğin iktidarını göstereceği açıktır. Ama böyle bir dönemin çalkantılı ve çatışmacı bir dönem olacağı da açıktır. Çünkü hakim kimliğin kendi kimliği dışındakilere hayat hakkı vermeden ülkeyi yönetmek istemesi ile ülkenin demokrasisinin kurumsallaşmamış olması çatışmacı bir siyasi iklimi besleyecektir. Bizde olan da bu değil midir?
Bu analizden çıkarabileceğimiz sonuçlardan biri, siyaset alanının “ideolojilerden” “kimliklere” kayıyor olmasının geleneksel siyaset yapma anlayışlarının da değişmesini gerektirmesidir. Böyle bir değişim için makul bir yaklaşım, farklı “kimlikleri” bir potada eritmek teklifi üzerinden bunu yapmak; ya da iktidarın kimlikler arasında paylaşılmasını garanti altına alan yeni bir yönetim biçimi önermek ya da her bir kimliğin “kimlik haklarının” korunmasıyla katılımcı yeni bir demokrasi söylemi üretmek.
Hangi yolun daha anlamlı olduğu herkesin meşrebine göre değişir kuşkusuz. Ama açık olan bir şey varsa bundan böyle siyaset, “ideolojiler” üzerinden ya da “devletin nasıl yönetilmesi gerektiği” üzerinden değil var olan kimlik taleplerini hangi yeni yönetim biçimleriyle kapsanacağı üzerinden anlam kazanacaktır. Bu söylediklerimden “kimlik siyasetinin” konturlarının “kaçınılmaz” ve “değişmez” olduğu sonucu çıkarılmamalı elbette. Çünkü biliyoruz ki siyasette olduğu gibi kimliklerin de merkezleri ve çevreleri vardır ve bunlar kendi içlerinde de esnekliklere sahiptir.
Dünya değişiyor, siyaset değişiyor... Toplumların değişim motorları “sınıflardan” çok “kimlikler” haline geliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülen ülkeler arasında ve ülkeler içinde çok sayıda kimlik savaşı, ülke içinde zorla yapılan göçler ve artan ırkçılık bu değişimin göstergeleri. O nedenle de bizdeki kimlik sorunları “kadim” sorunlar değil, “çağdaş” sorunlardır ve “çağdaş” yöntemlerle çözülmelidirler. Bugünkü iktidarın “arkaik” yöntemleriyle değil.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.